24 Eylül 2012 Pazartesi

Yeni Türk Ticaret Kanununda Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulunun Oluşumu, Sorunlar ve Vergisel Sonuçları – Bumin Doğrusöz


Dr. A. Bumin DOĞRUSÖZ - Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Mali Hukuk Anabilim Dalı Başkanı

I. GENEL AÇIKLAMA

6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanununun (YTK) anonim şirketlere ilişkin yönetim organı başlıklı bölümünün başında yer alan 359. maddesinin 1. fıkrasında; “anonim şirketin, esas sözleşme ile atanmış veya genel kurul tarafından seçilmiş, bir veya daha fazla kişiden oluşan bir yönetim kurulu bulunur” hükmü yer almaktadır.

Bu düzenleme ile, halen yürürlükte bulunan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununda (ETK., md. 312/1), anonim şirketler için öngörülen asgari üç kişi olma koşulu kaldırılmış ve yönetim kurulunun bir kişiden de oluşabileceği hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemenin bir pay sahipli anonim şirketin kurulabilmesine olanak verilmesi ile paralel olarak getirildiği anlaşılmaktadır. Gerekçede bu husus Avrupa Birliği ülkeleri düzenlemelerine dayanılarak açıklanmıştır.

Öte yandan yönetim kurulunun üye sayısı ETK’da olduğu gibi Kanunla belirlenmemiş, şirketlerin ana sözleşmelerine bırakılmıştır (YTK md.339/2g). Ana sözleşmede yönetim kurulu üye sayısı kesin olarak (3 kişi, 5 kişi gibi) belirlenebileceği gibi, genel kurula takdir hakkı verecek şekilde alt ve üst sınır şeklinde de (3 ilâ 5 kişi veya 5 ilâ 9 kişi gibi) belirlenebilir[1].

YTK’nın bu konuda getirdiği yeniliklerden biri de, yönetim kurulunda görev yapacak kişilerin pay sahibi olma zorunluluğunun kaldırılmış olmasıdır. ETK’nın “idare meclisi pay sahibi aza ortaklardan teşekkül eder” şeklindeki 312/2 hükmü yeni Kanunda yer almamıştır. YTK’nın yürürlüğe girişi ile birlikte, pay sahibi olmayan kişilerde şirketlerin yönetim kurullarında görev yapabileceklerdir. Bu nedenle artık pay sahibi sayısı ile yönetim kurulu üye üst sayısı arasında bir ilişki olmayabilecektir. Örneğin bir pay sahipli anonim şirketin üç kişiden oluşan veya beş pay sahipli bir anonim şirketin yedi kişiden oluşan yönetim kurulu olabilecektir. Hiç şüphesiz bunun terside, yedi pay sahibinden oluşan bir anonim şirkette bir veya üç kişiden oluşan yönetim kurulunun olması örneğindeki gibi, mümkündür.

Ancak burada yönetim kurulunun bir kişiden oluşması halinde bir “kurul”dan söz edilmesi, kanaatimce yanlış ve yanıltıcı olmuştur. Türkçe dilbilgisi kurallarına da aykırı düşmüştür. Nitekim Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğünde[2] kurul kelimesi, “kişilerden oluşmuş topluluk” olarak açıklanmıştır. Madde Gerekçesinde[3] bu konuda; “Tek kişi ile kurul ifadesini çelişki yaratabileceği de düşünülmemelidir. Çünkü buradaki “kurul” kelimesi birden ziyade kişiden çok, “organ”a işaret etmektedir. Modern şirketler hukuku anlayışında kurulun birden çok kişi anlamı gün geçtikçe vurgusunu yitirmektedir. Tek üyeli yönetim kurulu bir çok komite ve komisyonla birlikte çalışıp bir yönetim örgütü oluşturabilir.” açıklaması yer almışsa da bu açıklama tatmin edici değildir. Burada pekala “yönetici” veya benzer bir kelime kullanılabilir ve fıkra, ““anonim şirketin, (…)bir kişiden oluşan yöneticisi veya daha fazla kişiden oluşan bir yönetim kurulu bulunur” şeklinde kaleme alınabilirdi.

Yönetim kurulu üyeleri için aranan temel koşul, tam ehliyetli olmalarıdır (YTK md.359/3). Bu koşul hem yönetim kuruluna atanacak veya seçilecek gerçek kişiler için hem de tüzel kişi adına yönetim kurulunda görev yapmak üzere adı tescil edilecek olan kişi için aranacaktır.

Yönetim kurulu üyelerini seçme hakkı, ETK’da olduğu gibi, YTK’da da genel kurulun devredilemez yetkileri arasında düzenlenmiştir (YTK md.408/2). Ancak kuruluşta ilk yönetim kurulu üyeleri ana sözleşme ile belirlenecektir (YTK md.339/3).

II. SEÇİLME ENGELLERİ

Yönetim kurulunda üyeliğin boşalmasını düzenleyen YTK’nın 363/2. maddesinde yer alan “Yönetim kurulu üyelerinden birinin iflasına karar verilir veya ehliyeti kısıtlanır ya da bir üyelik için kanuni şartları yahut esas sözleşmede öngörülen şartları kaybederse, bu kişinin üyeliği (…) kendiliğinden söz eder” hükmü uyarınca bu hâllerin seçilmeye engel hâl olarak kabul edilmesi de gerekmektedir. Zaten bu husus YTK md. 359/4’de açıkça vurgulanmıştır.

Ancak ETK md. 315/2’de yer alan ve “Ağır hapis cezasıyle veya sahtekârlık, emniyeti suistimal, hırsızlık, dolandırıcılık suçlarından dolayı mahkûmiyet hali”ni yönetim kurulundan ayrılma ve dolayısıyla seçilmeye engel olma hali olarak kabul eden düzenleme YTK’ya alınmamıştır. Bunun sebebi, gerekçede açıklanmamıştır. Bu nedenle almamanın bilinçli olup olmadığı belirsizdir. Ancak bu tercihin yerinde olduğu söylenemez[4].

Kanaatimizce ETK’nın bu düzenlemesinin YTK’da yer almamasına karşılık burada, “kişilerin kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak, hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar şirketlerin yöneticisi veya denetçisi olamayacağına” dair Türk Ceza Kanununun 53. maddesi devreye girecektir.

Yönetim kuruluna seçilme engelleri, aynı zaman da yönetim kuruluna seçilen tüzel kişinin temsilcisi olarak tescil ve ilan olunacak kişi için de geçerli olmak durumundadır.

III. TÜZEL KİŞİNİN YÖNETİM KURULUNA SEÇİLMESİ

Anonim Şirket genel kurulunda, pay sahibi olan veya olmayan bir tüzel kişinin de yönetim kuruluna seçilmesi mümkündür. Pay sahibi olmayan tüzel kişinin yönetim kuruluna seçilmesi, özellikle şirket toplulukları içerisinde daha olası bir durumdur. Burada eski TTK’dan farklı olarak, artık genel kurulda tüzel kişinin temsilcisi değil, doğrudan tüzel kişinin seçilecek ve yönetim kurulu üyesi olarak tüzel kişinin tescil edilecek olmasıdır. Ancak tüzel kişinin yönetim kurulu toplantılarına katılması ve oy kullanması mümkün olamayacağından, yönetim kuruluna bir tüzel kişi seçildiğinde, tüzel kişi ile birlikte tüzel kişi adına, yine tüzel kişi tarafından belirlenen sadece bir gerçek kişi de tescil ve ilan olunacaktır. Tüzel kişi adına sadece bu gerçek kişi toplantılara katılıp, oy kullanabilecektir (YTK md. 359/2). Yönetim kurulu üyesi olan tüzel kişi kendi adına tescil edilen bu kişiyi her an değiştirebilecektir (YTK md.364/1). Böyle bir değiştirme halinde yeni ismin (temsilci gerçek kişinin) de tescil ve ilanının yaptırılması gerekecektir. Bu düzenlemelerin değerlendirmesini yapmadan önce, gerekçesini aktarmak istiyoruz. Tüzel kişinin doğrudan kendisinin yönetim kurulu üyesi olarak seçilmesi esasının (YTK md. 359/2) kabul gerekçesi aşağıdaki gibidir:

“İkinci fıkrada, tüzel kişilerin yönetim kurulu üyesi olabilmelerine olanak tanınarak, bir taraftan, 623 üncü maddesinin ikinci fıkrası ile uyum sağlanmış, diğer taraftan tüzel kişinin yönetim kurulu üyesi olarak sorumlu tutulmasının yolu açılarak şirkete, pay sahiplerine ve alacaklılara güvence verilmiştir. Düzenleme sorumluluk hukukunun ana gelişme ekseni ile çakışmaktadır. Dev yapılı, çok uluslu şirketlerin; temsilcilerinin arkasına gizlenmelerine hukukun seyirci kalması sadece adaletsizliği artırmakla kalmamakta aynı zamanda hukuka güveni de sarsmakta, hukukî gerçeğe göz kapama anlamına gelmekte ve kanun koyucuyu da hukuk kuralının nesnelliği yönünden müşkül durumda bırakmaktadır. Bu fıkra ile çağdaş, hakça bir sorumluluk sistemi kabul edilerek, tüzel kişinin temsilcisinin üye seçilmesi ile üyenin (temsilcinin) tüzel kişi ile arasındaki bağın kesildiği ve tüzel kişinin, temsilcisinin eylem ve kararlarından sorumlu tutulamayacağı şeklindeki yapay teori reddedilmiştir. Artık, tüzel kişilerin temsilcilerinden oluşan zayıf malvarlıklı üyelerin sorumluluğu ile hukukî gerçeklere göz yumulmayacaktır.

Şirketler topluluğu gerçeğini tanıyıp düzenleyen (madde 195 ve devamı) bu Kanun için 359 uncu madde sisteminin kabulü zorunluydu.

Tüzel kişi yönetim kuruluna bizzat gelemeyeceği için toplantıya katılacak olan gerçek kişi onun tarafından belirlenir ve onun adına tescil ve ilân olunur. Toplantılara anılan gerçek kişi katılıp oy kullanır. Kullanılan oy tüzel kişinindir. Tescil, tüzel kişinin üyeliğini söz konusu gerçek kişinin kişiliğinde somutlaştırıp belirgin konuma getirmekte ve bu yönden kurucu bir etkiye sahip bulunmaktadır. İlan ise bunu üçüncü kişilere bildirir. Ayrıca tescil ve ilân keyfiyeti şirketin web sitesinde de yayımlanır. Belirleme, tüzel kişinin kurula her toplantıda farklı kişileri yollayarak kurulun çalışmasını ve istikrarını bozmasına engel olmak amacına yöneliktir. Tüzel kişi adına tescil ve ilân edilecek kişi, tüzel kişi tarafından belirlenir, yoksa genel kurul tarafından seçilmez; esas sözleşmeye bu yolda hüküm konulamaz. Çünkü, seçimle tüzel kişi yönetim kuruluna üye olmuştur. Tüzel kişi, kendi adına toplantılara katılacak kişiyi değiştirmek istiyorsa şirkete başvurarak yeni kişiyi tescil ve ilân ettirmelidir. Gerçek kişiyi belirlemek ve değiştirmek hakkı sadece tüzel kişiye aittir. Ancak şirketin, haklı sebeplerin varlığında tüzel kişiden değiştirme talebinde bulunmaya hakkı vardır.

Bu düzenleme ile, yıllardır hukukumuza hakim olan bir tüzel kişinin yönetim kurulunda birden çok temsilciye sahip ve birden çok oyu haiz olmasına ilişkin teoriye ve dogmatiğe aykırı, menfaatler dengesini bozan uygulama da son bulacaktır. Çünkü, her üye gibi tüzel kişi de yönetim kurulunda bir oy hakkına sahip olacaktır.”

Yönetim kuruluna seçilenin doğrudan tüzel kişi olmasının, kanaatimizce pek fazla bir anlamı yoktur. Çünkü gerekçede haklı ve yerinde olarak ileri sürülen görüşler, Kanuna, “tüzel kişiyi temsilen yönetim kuruluna seçilen kişinin eylem, faaliyet ve işlemlerinden temsil ettiği tüzel kişinin sorumlu olacağı” yönünde bir düzenlemeye yer verilerek de yaşama aktarılabilirdi. Oysa bu düzenlemeyle tüzel kişi, yönetim kurulunda görev yapacak gerçek kişiyi dilediğince belirleyebilecek ve gerekçede belirtilenin aksine sürekli değiştirebilecektir. Böyle bir durumda şirketin diğer pay sahiplerinin istemeyeceği, şirketlerinin yönetiminde görevlendirmeyi asla düşünemeyeceği kişiler de ve hatta genel kurul üyelerinin hiç tanımadığı kişiler de yönetim kurulunda yer alabilecektir. Yönetim kurulu içerisinde olması gereken ahenk ve uyum da bozulma riski taşıyabilecektir. Kaldı ki temsilen seçilen kişinin, genel kurulun toplanmasına dahi gerek olmadan kolayca görevden alınabileceği ve değiştirilebileceğini de dikkate alarak, yönetim görev ve sorumluluklarına kanunun istediği derecede özen göstermemesi ve hatta şirkete yabancılaşması ihtimali de kuvvetle muhtemeldir.

Ancak bu düzenleme vergi mevzuatının vergi borçlarından kanuni temsilcilerin sorumluluğuna ilişkin düzenlemelerinin uygulamasında karşılaşılan bir sorunu çözmesi açısından, bir vergi hukukçusu olarak olumlu yaklaşmak da mümkündür. Bu konudaki görüşlerimizi daha önce 31.5.2004 tarihli Dünya Gazetesinde ve 21.10.2010 tarihli Referans Gazetesinde yayımlanan makalelerimizde şöyle açıklamıştık:

“Yönetim kurulu üyelerinin şirketin kamusal borçlarından sorumluluğu ayrıca, vergi borçları açısından Vergi Usul Kanunu’nun 10 ve diğer kamu borçları için ‘Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35. maddesinde düzenlenmiştir. Yönetim kurulunda pay sahibi tüzelkişiyi temsilen görev yapan üyenin işlemlerinin veya kanundan doğan sorumluluklarının, kendisine mi, yoksa temsil ettiği tüzelkişiye mi ait olacağı doktrinde tartışmalı olmakla birlikte, yine baskın görüş, bu sorumluluğun yönetim kurulunda temsil olunan tüzelkişi ortağa ait olduğu yönündedir.

Anonim şirketlerin yönetim kurullarında pay sahibi tüzelkişiyi temsilen görev yapanlar, öncelikle yönetim kurulu üyesi olduğu anonim şirketin hak ve menfaatlerini gözetmekle yükümlü olmakla birlikte, aynı zamanda temsil ettikleri tüzelkişinin hak ve menfaatlerini de kolladıkları, hatta birçok halde o tüzelkişinin direktifleri doğrultusunda hareket ettikleri de bir gerçektir. Özellikle birden fazla grubun ortaklığında veya yabancı sermayeli şirketlerde, bu durum daha açık olarak görülmektedir. Öte yandan, özellikle pay sahibi tüzelkişileri temsilen seçilenlerin o tüzelkişilerde genellikle ücretli olduğu da nazara alındığında, temsilci üyelerin kendi kişisel varlıklarına nazaran temsil ettikleri tüzelkişinin malvarlığının, sorumluluk açısından şirket alacaklıları ve diğer pay sahipleri için pek çok halde daha fazla güvence oluşturduğu rahatlıkla görülür. Kaldı ki, temsilci üyenin bulunduğu yönetim kurulunun hasar ve yararları üyeye değil, temsil olunan tüzelkişiye aittir. Örneğin şirkette sermayeyi yiyen zararının oluşması halinde sermayeyi tamamlayacak olan ve kâr olması halinde kâr payını alacak olan, temsilci üye değil, pay sahibi tüzelkişidir.

Konu vergi hukukunu, özellikle ‘kanuni temsilciler’in sorumluluğu konusunda ilgilendirmektedir. Vadesinde ödenmeyen ve borçlu tüzelkişilerin malvarlıklarından alınamayan vergi alacaklarının Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesine göre, diğer kamu alacaklarının ise ‘Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35. maddesine göre tüzelkişilerin kanuni temsilcilerinden (yönetim kurulu üyelerinden) tahsili söz konusu olabilmektedir. Yönetim kurulu üyesinin bir tüzelkişiyi temsilen görev yaptığı hallerde alacaklı kamu idarelerinin, yönetim kurulunda görev yapan üyeye mi, yoksa temsil olunan tüzelkişiye mi müracaat edeceği, mevzuatımızda açık değildir.

Yukarıda açıkladığımız görüşlerimiz ve hakkaniyet, ticaret hukukunda savunulan görüşler, bu konuda alacaklının, yönetim kurulunda temsilen görev yapan üyeye değil, bu üyenin temsil ettiği kuruma müracaat etmesi gerektiğini göstermektedir. Zaten, temsilen görev yapan üyenin temsil ettiği kurumda çalışıyor olması halinde, Borçlar Kanunu’nun ‘istihdam edenlerin mesuliyeti’ başlıklı 55. maddesi de bizi bu sonuca götürmektedir. Nitekim, Danıştay 11. Dairesi’nin E.1998/231. K.1998/2198 sayı ve 10.6.1998 tarihli “Bir anonim şirketin yönetim kuruluna, tüzelkişi ortağı temsilen katılan yönetim kurulu üyesi V.U.K. md. 10 uyarınca sorumlu tutulamaz. T.T.K. md. 312 dolayısıyla bu durumda sorumlu olması ve takibi gereken, yönetim kurulunda temsilcisi bulunan tüzelkişi ortaktır” şeklindeki kararı da yukarıda belirtilmiş olduğumuz görüşümüzü teyit etmektedir.”

Ancak uygulamada vergi idaresi, hep yönetim kurulunda temsilcisi bulunan tüzel kişiyi değil, temsilci olan kişiyi takip etme yolunu tercih etmiştir. YTK’nın bu konudaki aktardığımız yeni düzenlemeleri karşısında, vergi uygulamasındaki kanaatimizce yanlış olan bu uygulamada sona erecek ve vergi idaresi şirketin ödenmeyen kamu borçlarından ötürü, artık yönetim kuruluna seçilmiş tüzel kişiyi takip etmek durumunda olacaktır.

Bu noktada karşılaşılabilecek bir diğer sorun da, şirket ana sözleşmesine; “yönetim kuruluna aday olan tüzel kişi ile birlikte onun belirlediği ve onu temsil edecek kişinin de genel kurul da birlikte seçilip seçilemeyeceği” veya “tüzel kişinin seçim sırasında kendisini temsil edecek kişiyi de açıklamak zorunda olduğu ve üyelik süresince genel kurulun onayı olmadan bu kişiyi değiştiremeyeceği” yolunda bir hüküm konulup konulamayacağıdır. Madde Gerekçesinde bunun mümkün olmadığı açıklanmıştır. Ancak kanunda bunu yasaklayıcı hiçbir hüküm yer almamıştır. Bu nedenle, bir hukuk hükmü niteliğinde olmayan ve sadece yorum konusunda gerektiğinde başvurulabilecek bir metin olan gerekçeden hareketle[5] böyle bir yasak getirilemeyeceği kanaatindeyim[6].

IV. BELİRLİ PAYLARIN YÖNETİM KURULUNDA TEMSİLİ

YTK’nın 360. maddesinde; “esas sözleşmede öngörülmek şartı ile belirli pay gruplarına, özellik ve nitelikleriyle belirli bir grup oluşturan pay sahiplerine ve azlığa yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınabi”leceği hükmüne yer verilmiştir.

Belirli pay gruplarının yönetim kurulunda temsilini sağlamak üzere ETK’da kabul edilmiş bulunan “imtiyaz” müessesesi; yeni Kanunda da aktardığımız düzenlemede “belirli pay gruplarına” denilmek ve aynı maddenin 2. fıkrasında, “bu maddeye göre yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınan paylar imtiyazlı sayılır” hükmüne yer verilmek suretiyle varlığını sürdürmüştür. Ancak (A) grubu ve/veya (B) grubu gibi belirli (imtiyazlı) payların dışında özellik ve nitelikleri ile belirli pay sahiplerine de bu konuda imtiyaz tanınabileceği kabul edilmiştir. Bu düzenlemeye göre örneğin, bir inşaat şirketinin ana sözleşmesinde yönetim kuruluna ilişkin düzenlemede, “yönetim kurulu üyelerinin ikisi (A) grubu pay sahipleri arasından veya (A) grubu pay sahipleri gösterdiği adaylar arasından seçilir” düzenlemesine yer verilebileceği gibi, “yönetim kurulu üyelerinden ikisi mimar veya mühendis pay sahipleri arasından seçilir veya onların gösterdiği mimar veya mühendis adaylar arasından seçilir” düzenlemesine de yer verilebilecektir. Bu grupların belirleyeceği adaylar veya bu sıfata sahip kişiler, haklı bir sebep olmadıkça genel kurul tarafından seçilmek zorundadır.

Yeni düzenlemede ayrıca “azlık”a da yönetim kurulunda temsil edilebilme hakkının ana sözleşme ile tanınabileceği hükme bağlanmıştır. Ancak burada azlık belirlemesinin, diğer pay sahiplerinden de ayrılmasını sağlayabilecek şekilde yapılmasındaki güçlük, kanaatimizce bu düzenlemenin yaşama aktarılmasına engel olacak boyutta bir sorun oluşturmaktadır. Burada akla gelebilecek yegâne çözüm, payların genel kurulda seri ve sıra numaraları ile işlem görmesidir. Bunun dışında kuruluşta azlık payı oluşturanların hisselerinin belli grup olarak belirlenmesi düşünülebilir ki bu da imtiyazlı pay grubu yaratmak anlamına gelir. Bu ise zaten yapılabileceği maddede belirtilen bir husustur. Zaten bu uygulama güçlüğüne madde gerekçesinde de, “azlığın iyi tanımlanamaması imtiyazların uygulanmasını güçleştirebilir” denilmek suretiyle işaret edilmiştir.

YTK md. 360’da ayrıca, bu madde uyarınca tanınabilecek temsil edilme hakkına istinaden yönetim kuruluna seçilebilecek ve görev yapabilecek kişi sayısına, halka açık anonim şirketler bakımından bir sınırlama getirilmiş ve üye tam sayısının yarısını aşamayacağı belirtilmiş, ancak sermaye piyasası hukukunun bağımsız yönetim kurulu üyelerine ilişkin düzenlemeler saklı tutulmuştur.

V. YÜKSEK ÖĞRENİM KOŞULU

YTK’nın 359/3. maddesinde, “Yönetim kurulu üyelerinin en az dörtte birinin yüksek öğrenim görmüş olması zorunludur. Tek üyeli yönetim kurulunda bu zorunluluk aranmaz.” hükmü yer almıştır.

Yönetim Kurulu üyelerinde yüksek öğretim koşulu aranmasının sebebi madde gerekçesinde[7]; “Yönetim kurulu üyelerinin yarısı ile tüzel kişi adına tescil ve ilân edilecek kişinin yüksek öğrenim görmüş olması şartı getirilmiştir. Bu suretle yönetim kurulunun nicelik yönünden düzeyi yükseltilmiş ve profesyonel üyelerin seçimine zemin hazırlanarak kurumsal yönetim ilkeleriyle uyum sağlanmıştır” şeklinde açıklanmıştır.

Yukarıya aktardığımız gerekçeden de anlaşılacağı üzere Tasarıda yönetim kurulu üyelerinin yarısı için aranan bu koşul, Adalet Komisyonunda “dörtte bir oranına” indirilmiştir. Adalet Komisyonunca yapılan bu değişikliği gerekçesi[8] ise; “Anadolu’da geleneksel aile şirketlerinin çoğunlukta olması, bunların ortaklarının ve yöneticilerinin de çoğunlukla yüksek öğrenim görmemiş olması ve bir girişimcinin kendi kurduğu şirketin yönetim kurulunda görev alamamasının Anayasanın çalışma ve teşebbüs hürriyetini düzenleyen maddesine aykırı olduğu” şeklinde açıklanmıştır. Bu gerekçe bence, Tasarı’nın gerekçesine nazaran daha gerçekçidir. Nitekim katıldığımız pek çok toplantıda tarafımıza yöneltilen sorulardan büyük bölümü, bu koşulla ilgili olmuştur. Özellikle pay sahiplerinin tamamının yüksek öğretim görmediği aile şirketlerinde, şirkette hiçbir sıfatı olmayan dışarıdan birisini yönetim kurulu üyesi olarak atamak, hatta ona ücret ödenmek istenmemektedir. Kanunun gerekçesinde ise, onları Kanun yoluyla buna zorlamayı haklı kılacak yeterli haklı sebebe rastlamak mümkün değildir.

Öte yandan bu koşulun Kanunda düzenleniş şekli de uygulamada sıkıntılara yol açacak şekildedir. Bu konuda karşılaşılabilecek ilk sorun, yönetim kurulu üye tam sayısının dörde kalansız bölünemediği hallerde bu koşulun nasıl uygulanacağıdır. Örneğin 3 veya 5 üyeli yönetim kurullarında, kaç üyenin yüksek öğretim görmüş olmasının aranacağını kanun düzenlememiştir. Böylesi önemli bir konunun kanunda belirtilmemiş olması, bence bir eksikliktir. Kanımca bu gibi hallerde, ETK’nın yönetim kurulu toplantı yeter sayısının hesabına ilişkin hükmünün yorumu konusunda Yargıtay ve doktrinin benimsediği ve bölünmede ortaya çıkan kesrin tama iblağ edilerek dikkate alınması gerektiği yolundaki görüş ve içtihat, yine uygulama alanı bulacaktır. Buna göre 3 üyeli yönetim kurulunda bir üyenin, 5 üyeli yönetim kurulunda ise 2 üyenin yüksek öğrenim görmüş olması gerekecektir[9].

Burada karşılaşılabilecek bir başka sorun da tüzel kişiyi temsilen sicile tescil edilecek kişi için de yüksek öğrenim görmüş olma koşulunun aranıp aranmayacağıdır. Kanun tüzel kişiyi temsilen sicile tescil edilecek kişi için yüksek öğrenim görmüş olma koşulunu, özel olarak aramamıştır. Bu konuda yönetim kurulunun yapısı belirleyici olacaktır. Örneğin bir gerçek kişi üyesi zaten yüksek öğrenim görmüş yönetim kuruluna atanacak tüzel kişi temsilcisi için bize göre bu koşul aranmayacaktır.

Bu koşulun tahakkuk edip etmediğinin kontrolü ise ticaret sicil memurluklarına düşmektedir. Bu denetimin tek yolu ise kuruluşta ana sözleşme tescil edilirken veya seçimli genel kurul kararı tescil edilirken, Ticaret Sicil Memurunun gerekli sayıda üye için üniversite diplomasının suretini aramaktır.

VI. VATANDAŞLIK VE YERLEŞİM YERİNE İLİŞKİN KOŞUL

YTK md. 359’da yönetim kuruluna seçilecek gerçek kişi veya tüzel kişi açısından her hangi bir vatandaşlık koşulu öngörülmemiştir. Ancak anılan maddenin 1. fıkrasının 2. cümlesinde, temsile yetkili yönetim kurulu üyelerinden en az birinin Türk vatandaşı olması ve yerleşim yerinin Türkiye’de bulunması koşulu getirilmiştir. Madde gerekçesinde bu düzenlemenin gerekçesi; “. Temsile yetkili üyelerden en az birinin Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmasının ve Türk vatandaşı olması şartının sebebi; işlem kolaylığını sağlamak, hukukî ve cezaî sorumluluğa ilişkin hükümlere uygulanabilirlik kazandırmak ve şirketin, pay sahiplerinin ve alacaklıların menfaatlerini korumak” şeklinde açıklanmıştır. Cümlede “ve” bağlacının kullanılması dolayısıyla hem vatandaşlık hem yerleşim yeri koşulunun aynı temsilci üyede karşılanması gerekmektedir.

Anonim şirketin yönetim kurulu üyelerinden birinin bu koşulu karşılaması yeterlidir. Bir kişiden oluşan yönetim kurullarında ise, bu koşulların bu bir kişide bulunması gerekecektir. Bir üyede bu koşullar karşılandıktan sonra diğer üyelerin yabancı olması ve /veya yerleşim yerlerinin Türkiye dışında bulunması mümkündür.

Yönetim kurulunun bir üyeden oluşması ve bu bir üyenin tüzel kişi olması halinde ise bu koşulların, yönetim kurulu üyesi olması dolayısıyla tüzel kişinin kendisinde, ancak bu tüzel kişinin yönetim kurulunda bir gerçek kişi ile temsil olunacak olması dolayısıyla da bu gerçek kişide, yani her ikisinde de aranması gerekecektir.

VII. GEÇİŞ DÜZENLEMELERİ

YTK, 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe girecektir. Geçis süreci ve anonim şirketlerin YTK’ya uyarlanmasına ilişkin düzenlemeler, 6103 sayılı Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun da yer almıştır.

Anonim şirketlere ana sözleşmelerini YTK’nın yayımından itibaren 18 ay içinde yeni TTK ile uyumlu hale getirme yükümlülüğü getirilmiştir. Bu uyum yapılmadığı takdirde, yeni TTK hükümleri, ana sözleşme hükümlerinin yerine re’sen geçecek ve ana sözleşme hükmüymüşçesine uygulanacaktır (6103 sayılı Kanun md. 22/1).

YTK’nın yürürlüğe girdiği tarihte görevde bulunan anonim şirket yönetim kurulu üyeleri görevlerine, istifa veya YTK’nın 363/2. maddesinde yazılı ve yukarıda aktardığımız hallerin gerçekleşmesi sebebiyle boşalma hali hariç, süreleri sonuna kadar görevlerine devam edeceklerdir. İstifa veya boşalma olması halinde ise boşalan üyeliğin, yönetim kurulunun toplantı yeter sayısını yitirmemiş olması koşulu ile yönetim kurulunca yapılacak atama ile doldurulması mümkündür. Ancak yapılacak bu atamada, 359. maddede yazılı yukarıda aktardığımız koşulların dikkate alınması gerekecektir. Bu şekilde yönetim kurulunca yapılan atamanın ilk genel kurulun onayına sunulması gerekmektedir. Onaylama halinde atanan üye selefinin süresini tamamlayacaktır (YTK md.363/1).

Yönetim kurulunda bir tüzel kişiyi temsilen seçilerek görev yapan üyelerin ise, Kanunun yürürlüğe girişinden itibaren üç ay içinde istifa etmeleri gerekmektedir. Bu kişilerin yerlerine tüzel kişi veya başkaları seçilecektir (6103 sayılı Kanun md. 25). Burada da boşalan üyeliğin, yönetim kurulunun toplantı yeter sayısını yitirmemiş olması koşulu ile yönetim kurulunca yapılacak atama ile doldurulması mümkündür. Tüzel kişiyi temsil eden kişinin istifası ile boşalacak üyeliğe yapılan atamalarda, YTK düzenlemelerinin dikkate alınması gerekecektir. Bu şekilde yönetim kurulunca yapılan atamanın da ilk genel kurulun onayına sunulması gerekmektedir. Onaylama halinde atanan üye selefinin süresini tamamlayacaktır (YTK md.363/1).

Bu düzenlemelerden hareketle ortakları arasında yüksek öğretim mezunu bulunmayan ve dışarıdan bir yönetim kurulu üyesi atamak istemeyen anonim şirketlere, Kanunun yürürlük tarihine yakın bir tarihte yönetim kurulunu istifa ettirerek veya genel kurulda azlederek, üç yıllık süre için yeniden yönetim kurulu seçmeleri önerilebilir. Eğer şirket ana sözleşmesi üç yıl için seçime elverişli değilse, ana sözleşme değişikliği yapmak da gerekebilecektir. Bu durumdaki şirketler için kesin çözüm ise TTK yürürlüğe girdikten sonra mevcut yönetim kurulunun görev süresi bitmeden ana sözleşmelerini değiştirmeleri ve yönetim kurulu üye sayısını “bir”e indirmeleri ile sağlanabilecektir.

VIII. SONUÇ

Yeni Türk Ticaret Kanunu, eskisine nazaran çok farklı değer ve ilkelere dayalı olarak, anonim şirketleri adeta yeniden yapılandırmıştır. Yönetim kurulunun dokunulmaz görev alanı kanunda çizilerek, genel kurul karşısında güçlendirilmiştir. Bu ölçüde görev ve sorumlulukları da artmıştır. Kurulun, toplantı nisabı nispeten hafifletilmiş, üyelerin daha kolay karar almaları sağlanmıştır. Bütün bu gelişmelerin ışığında, oluşum da yeniden düzenlenmiştir.

Kuruldaki asgari üye sayısı bire indirilmiş, birden fazla üyeli yönetim kurullarında yüksek öğretim görmüş üye bulundurma koşulu getirilmiş, tüzel kişilerin yönetim kurulunda doğrudan yer almaları sağlanmış, yönetim kurulunda temsil edilmeye yönelik imtiyaz kavramı oldukça genişletilmiştir. Ancak bütün bu düzenlemeler irdelendiğinde, uygulamada yazımızda aktardığımız çeşitli sorunlara yol açacak gibi görünmektedir. Bütün bu düzenlemelerin, belki yeniden ve geniş katılımla tartışılması gerekmektedir.

“Yeniden ve geniş katılımla tartışılması gerekir” şeklindeki görüşümüz, Kanunun yasalaşma sürecinde yeterince tartışılmadığı anlamında değildir. Ancak bu süreçte yapılan tartışmalar, maalesef akademik düzeyde kalmış, bu tartışmaya, Kanundan asıl etkilenecek aktörler (şirketler, esnaf, tüccar, bunların meslek odaları) yeterince dahil edilmemiştir. Bu aktörlere Kanun, sadece beklentiler ile itibariyle anlatılmış, detaylara inilmemiştir. Kanunun yürürlük tarihi yaklaştıkça aktörler, düzenlemeleri daha fazla irdelemeye başlamışlar, Kanun hükümlerini kendi üzerlerinde test ettikçe de itirazlar ve/veya bazı sıkıntıları görür hale gelmişlerdir. Belki bu aktörlerin görüşleri de daha fazla nazara alınarak, ileride yaşanması olası sıkıntıların, daha Kanun yürürlüğe girmeden giderilmesinde hiç şüphesiz yarar vardır.

Yeni Türk Ticaret Kanununun ticari yaşama diktiği elbise şıktır, güzeldir, moderndir. Ama bunlardan daha önemli olan, bu elbisenin ticari yaşamın üzerinde nasıl duracağıdır.



[1]. Aynı yönde bkz. Ünal TEKİNALP, Yeni Anonim ve Limited Ortaklıklar Hukuku ile Tek Kişi Ortaklığının Esasları, 2. Bası, İstanbul 2011, sf:117

[2] . Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, 10. Baskıdan Tıpkı Basım, Ankara 2009, sf: 1264

[3]. Madde gerekçeleri için bkz. Bumin DOĞRUSÖZ – Öznur ONAT – Funda TUNÇEL TÖRALP., Gerekçe, Karşılaştırmalı Maddeler, Komisyon raporları ile Türk Ticaret Kanunu, cilt :1, TOBB yayını, Ankara 2011, sh:470 vd.

[4]. Aynı yönde bkz. Abuzer KENDİGELEN, Yeni Ticaret Kanunu – Değişiklikler, Yenilikler ve İlk Tespitler, İstanbul 2011, sf:218

[5]. Gerekçenin anlam ve değeri konusunda bkz. Bumin DOĞRUSÖZ, “Yasaların Yorumunda Gerekçenin Yeri”, Dünya Gazetesi, 28.9.2006

[6]. Aksi görüş için bkz. Soner ALTAŞ, Yeni Türk Ticaret Kanununa Göre Anonim Şirketler, Ankara 2011, sf:143

[7]. Bumin DOĞRUSÖZ – Öznur ONAT – Funda TUNÇEL TÖRALP., Age. Sf:473

[8] . Bumin DOĞRUSÖZ – Öznur ONAT –Funda TUNÇEL TÖRALP., Age. Sf:471

[9]. Aynı yönde bkz. Soner ALTAŞ, Age, sf:144

Şirket Ortaklarının Sosyal Güvenliğinde Önemli Ayrıntılar

İsa Karakaş


SGK Başmüfettişi

isakarakas@gmail.com

(17.09.2012)






Şirket Ortaklarının Sosyal Güvenliğinde Önemli Ayrıntılar







I.GİRİŞ: 20.05.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5502 sayılı Kanun ile sosyal güvenlik sistemimizin üç temel kurumu olan SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı ile 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun geçici 20. maddesine istinaden kurulmuş olan sandıklar yeni kurulan “Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı”na tamamen devredilerek ortadan kaldırılmıştır.[1] Sosyal Güvenlik Kurumunun uygulama Kanunu olan 5510 sayılı Kanunda tek tip sigortalılık yerine çoklu sigortalılık esası benimsenmiştir. Hal böyle iken şirket ortaklarının sigortalılığı ve bu sigortalılık işlemlerinin yürütülmesinde özelikle bazı hususlar önem kazanmaktadır.

II.ŞİRKET ORTAKLARININ SİGORTALILIKLARIN YER ALDIĞI GRUP VE BAŞLANGICI



1) Kollektif şirketlerin ortakları

Kollektif şirket ortakları, 4/1-b kapsamında sigortalı sayılmaktadır. Kollektif şirket ortakları, vergi mükellefiyetinin başladığı tarihten itibaren sigortalı sayılmaktadır.



2)Adi komandit şirketlerin komandite ve komanditer ortakları

Adi komandit şirketlerin komandite ve komanditer ortakları 4/1-b kapsamında sigortalı sayılmaktadır. Belirtilen ortakların vergi mükellefiyetinin başladığı tarihten itibaren sigortalı sayılmaktadır.



3) Donatma iştiraki ortakları

Donatma iştiraki ortakları 4/1-b kapsamında sigortalı sayılmaktadır. Donatma iştiraki ortakları vergi mükellefiyetinin başladığı tarihten itibaren sigortalı sayılmaktadır.



4)Anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortakları

Anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortakları 4/1-b kapsamında sigortalı sayılmaktadır. Yönetim kurulu üyesi olmayan kurucu ortakların ise sigortalı olma zorunlulukları bulunmamaktadır.

Anonim şirketlerin yönetim kurulu üyesi olan ortaklarının sigortalılıkları, yönetim kuruluna seçildikleri tarih itibariyle başlatılacaktır. Bu tarih, şirket yetkililerince yönetim kurulu üyeliğine seçildikleri tarihten itibaren en geç 15 gün içinde Kuruma bildirilecektir.



5) Limited şirketlerin ortakları

Limited şirket ortakları hisseleri kaç olursa olsun 4/1-b kapsamında sigortalı sayılmaktadır. Limited şirket ortaklarının sigortalılığı, şirketin ticaret sicil memurluklarınca tescil edildiği tarihten itibaren başlatılacak ve ticaret sicil memurluklarınca tescil edildikleri tarihten itibaren 15 gün içinde Kuruma bildirilecektir.



6) Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortakları

5510 sayılı Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin (3) numaralı alt bendi gereği ile sadece komandit şirketlerin komandite ortakları sigortalı sayılacaktır.

Sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin komandite ortaklarının sigortalılığı, şirketin kuruluşunda şirketin ticaret sicil memurluklarınca tescil edildiği tarihten itibaren başlatılacak, komandite ortaklardan hisse devri alan yeni ortakların sigortalılıkları ise ortaklar kurulunca devrin yapılmasına karar verildiği tarihten itibaren başlatılacaktır.

Bunların sigortalılığı;

a) Şirket kuruluşlarında şirketin ticaret sicil memurluklarınca tescil edildikleri tarihten itibaren ticaret sicil memurluklarınca,

b) Hisse devirlerinde ise ortaklar kurulunca devrin yapılmasına karar verildiği tarihten itibaren şirket yetkililerince,

15 gün içinde Kuruma bildirilecektir.

Komandite ortaklardan hisse devri alan ortakların Kuruma bildirilmesinde sigortalı işe giriş bildirgesi yanında ortaklar kurulu kararının, hisse devrine ilişkin tanzim edilen noter devir sözleşmesinin, devrin yapıldığının işlendiği pay defterinin birer sureti veya devir ticaret sicil memurluğunca tescil edilmiş ise ticaret sicil gazetesinde ilan edildiği nüshası da Kuruma verilecektir.



III. ÖNEMLİ AYRINTILAR



SGK uygulamasında, donatma iştiraki ortakları dahil olmak üzer yukarıda belirtilen tüm şirket ortakları 4/1-b kapsamında sigortalı sayılmaktadır. Ancak şirket ortakları, bu ortaklıkları devam ederken aynı zamanda hizmet akdine istinaden çalışmaları halinde otomatikman 4/1-b kapsamındaki sigortalılıkları sona erecek ve 4/1-a kapsamında sigortalı sayılacaklardır. 4/1-a kapsamındaki sigortalı olmalarını sağlayan hizmet akdine istinaden çalışmanın sona ermesi halinde bu tekrar 4/1-b kapsamında sigortalı sayılacaklardır. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus şirket ortaklarının ortağı oldukları şirkette hizmet akdine istinaden çalışsalar bile kesinlikle 4/1-a kapsamında sigortalı sayılmalarının mümkün olmadığıdır[2]. Bu istisnai hususa rağmen 4/1-a kapsamında yapılacak bildirimlerle hizmet kazanmak mümkün olmayacaktır

Yeni Türk Ticaret Kanunu'na İlişkin Önemli Tarihler

Yeni Türk Ticaret Kanunu'na İlişkin Önemli Tarihler


14.01.2011 Yeni Türk Ticaret Kanunu'nun TBMM'de kabul ediliş tarihi

14.02.2011 Yeni Türk Ticaret Kanunu'nun Resmi Gazete'de yayım tarihi

26.06.2012 Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un TBMM'de kabul ediliş tarihi

30.06.2012 Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un Resmi Gazete'de yayım tarihi

01.07.2012 Yeni Türk Ticaret Kanunu genel yürürlük tarihi

01.10.2012 Tüzel kişi ortakların temsilcisi olan yönetim kurulu üyelerinin istifa etmesi ve yeni atamaların yapılması için son gün

14.02.2013 Yeni Türk Ticaret Kanunu'nun 201.maddesinin 1.fıkrasında öngörülmüş bulunan oy haklarının kullanılmasına ilişkin sınırlamaya dair hükmün yürürlüğe girmesi

31.03.2013 Denetlenmesine Bakanlar Kurulu Kararı ile karar verilmiş şirketlere yetkili organı tarafından en geç 31 Mart 2013 tarihine kadar denetçi ataması

01.07.2013 Esas sözleşme hükümlerinin Yeni Türk Ticaret Kanunu ile uyumlu hale getirilmesi için son gün

Esas sözleşmelerde yer alan farklı genel kurul toplantı ve karar nisaplarının kanun ile uyumlu hale getirilmesi için son gün

14.02.2014 Mevcut sermayelerin Yeni Türk Ticaret Kanunu'nda belirtilen asgari sermayelere yükseltilmesi için son gün



17 Eylül 2012 Pazartesi

Yeni Türk Ticaret Kanunu Sonrası Huzur Hakkı

Okay KIR


SMMM

Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin şirket yönetim kurulu üyelerine bir takım yükümlülük ve sorumluluk yüklediği, buna karşılık mali nitelikte haklar tanıdığı görülmektedir. Yönetim Kurulu üyelerinin mali hakları 6102 sayılı YTTK’nın 394. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu yazımızda 6762 sayılı ETTK’ nın 333. Maddesi ile 6102 sayılı YTTK’daki karşılığı olan 394. Maddesi karşılaştırılarak yönetim kurulu üyelerinin mali hakları ve aynı zamanda huzur hakkı ile ilgili yapılan değişiklikleri irdeleyeceğiz. İlgili kanun maddeleri;


- Eski 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu

V – Meclis Azalarının Hukuki Durumu

1. Huzur Hakkı

MADDE 333 - Aksine esas mukavelede hüküm olmadığı takdirde idare meclisi azalarına her toplantı günü için bir ücret verilir. Ücret miktarı esas mukavelede tayin edilmemişse umumi heyetçe tayin olunur.

- Yeni 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu

V- Yönetim Kurulu Üyelerinin Mali Hakları

MADDE 394- (1) Yönetim kurulu üyelerine, tutarı esas sözleşmeyle veya genel kurul kararıyla belirlenmiş olmak şartıyla huzur hakkı, ücret, ikramiye, prim ve yıllık kârdan pay ödenebilir.

YTTK’da ETTK’nın ilgili maddesi içeriğinde bazı ifadeler çıkarılmış bazıları da değişikliğe uğramıştır. Bunlar;

- YTTK’da “Her Toplantı Günü” ve “Sözleşmede Aksine Hüküm Konulmamış İse”ibareleri çıkarılmış.

- ETTK’da kesin bir ifadeyle her toplantı için ücret “Ödenir” denilirken YTTK’da“Ödenebilir” değişikliği yapılmıştır.

- ETTK’da yalnızca “Ücret” denilirken YTTK da “Huzur Hakkı, Ücret, İkramiye, Prim ve Yıllık Kârdan Pay” denilmiştir.

İki kanun maddesinde yapılan değişikliklerin sonuçlarına bakmak gerekirse;

- ETTK’da huzur hakkı için, aksine esas mukavelede hüküm olmadığı takdirde (ödenmemesi kararlaştırılmamışsa) ödenmesi zorunlu bir mali haktır denilmektedir. Örnek bir Yargıtay kararında; “Huzur hakkı ödenmemesine dair ana sözleşmede bir hüküm yoksa Yönetim Kurulu üyeleri şirketten Genel Kurul karar alsın ya da almasın huzur hakkı talep edebilirler ve şirketin huzur hakkını ödemesi gereklidir.”(İlgili Yargıtay Kararı-Yarg. 11.HD.4/7/1985 gün ve E.1985/3927 , K. 4229.)

YTTK’da bu zorunluluktan vazgeçilmiş ve eğer ödenmesine karar verilmişse ödeneceği, herhangi bir ödeme kararı verilmemişse ödenmeyeceği hüküm altına alınmıştır.

- ETTK’da huzur hakkı toplantı başına verildiğinden yönetim kurulu üyeleri arasında farklı tutarlar olmaması gerekliydi. Çünkü toplantıya katılma ücreti olduğundan toplantıya katılanlara farklı huzur hakkı verilmesi doğru değildi, ayrıca huzur hakkı toplantı başına verilir denildiğinden aylık olarak verilmesinde ya da yönetim kurulu üyesinin toplantıya katılmamış olsa da verilmesi gibi durumlarda uygulamada gerçekleştirildiği görülmekte ise de tereddütler oluşmaktaydı.

YTTK da toplantı başına ibaresi kaldırılarak ister toplantıya katılsın ister katılmasın ya da aylık veya yıllık ya da yönetim kurulu üyeleri arasında farklı tutarlar gibi huzur hakkının nasıl verileceğinin ve tutarının rahat bir şekilde belirlenmesinin önü açılmış oldu.

- ETTK’da yalnızca ücret verilebilinir denilirken YTTK’da bunun yanında Huzur Hakkı, Ücret, İkramiye, Prim ve Yıllık Kârdan Pay ödemesi gibi daha geniş ve esnek seçenekler düzenlenmiştir.

Dikkat edileceği üzere, söz konusu mali haklar, anılan maddede sınırlı sayı ilkesi uyarınca gösterilmiştir. Bu yönüyle anılan mali hakların birkaçının bir arada ödenmesinin önünde bir engel bulunmadığı, bir başka deyişle, yönetim kurulu üyelerine hem ücret hem de katıldıkları toplantı başına huzur hakkı ödenebileceği kanısındayız. (Soner Altaş, YTTK Göre Anonim Şirketler, Seçkin Yayıncılık, 2011, 2.Baskı s.185.)

- ETTK ve YTTK da yönetim kurulu üyelerine verilecek huzur hakkı tutarının belirlenmesi esas sözleşmeyle veya genel kurulca yapılır denilmektedir ve yönetim kurulu bu ödemelerin tutarını kendisi belirleyemez, huzur hakkı tutarının alt ya da üst sınırı yoktur ancak dikkat edilmesi gereken bir konu ise, işletmedeki ücret skalasına göre yüksek olması kar dağıtımı olarak sayılabilir.

* Söz konusu her iki kanun maddesi de Anonim Şirketler için düzenlenmiş olup, Limited Şirketler için herhangi bir düzenleme yoktur ve aslında bakıldığında limited şirketlerde uygulanmaması gereklidir. Ancak bu konuda engelleyici bir hükümde olmadığından Limited Şirketlerde de uygulandığı gözükmektedir. Dikkat edilmesi gereken konu işlevi bakımından Anonim Şirketlerdeki Yönetim Kurulu üyelerine benzeyen müdür (Birden çoksa müdürler kurulu) sıfatına sahip Limited Şirket ortaklarına huzur hakkının ödenmesine yönelik şirket ana sözleşmesinde bir düzenleme yapılmasında herhangi bir engelin olmadığı sonucuna varılabilir. Ancak kanun maddesine göre müdür olmayan ortaklara huzur hakkı ödenmemesi gereklidir, hatta bu konuda verilen muktezada Limited Şirketlerde sadece ortak olan müdürlere huzur hakkı ödenebileceği müdür olmayan ortaklara huzur hakkı ödenemeyeceği belirtilmiştir (İlgili Mukteza- Bursa Vergi Dairesi Başkanlığı, 14.04.2003 tarih ve B.07.4.DEF.O.I6.11;GVK:190-03-21 sayılı özelge)

* Genel kurul kararlarında ana sözleşme değişikliği, sermaye artırımı, yetki ve sorumluluk tayini gibi kararların geçerliliği tescile bağlıdır. Huzur hakkı kararı eğer ileride bir itiraz olmayacak ise tescil gerektirmez.

* Huzur hakkı bir ücret gibi vergilendirilir çünkü gelir vergisine göre ücrettir. Ücretin gelir vergisindeki tanımına baktığımızda GVK Mad.61 ilgili kısımları aşağıda görüleceği üzere yönetim kuruluna yapılan her türlü para, ayni ve menfaatler ücret sayılmıştır.

GELİR VERGİSİ KANUNU MD. 61

Ücretin Tarifi

(2361 sayılı Kanunun 43′üncü maddesiyle değişen madde) Ücret, işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir.

Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez.

Bu kanunun uygulanmasında, aşağıda yazılı ödemeler de ücret sayılır:

4. Yönetim ve denetim kurulları başkanı ve üyeleriyle tasfiye memurlarına bu sıfatları dolayısıyla ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler;

* Huzur hakkı gelir vergisinde ücret sayılmıştır ve vergilendirilmesi de artan oranlıdır (GVK Md.103). Ayrıca verginin hesaplanmasında ödenecek net huzur hakkı tutarı önce brütleştirilir ve brüt huzur hakkı üzerinden gelir vergisi ile damga vergisi sonraki ayın muhtasar beyannamesinde 012 diğer ücretler kısmında beyan edilerek tahakkuk ettirilmesi gereklidir.

ÖRNEK: A Ltd.Şti. Şirket Müdürüne Genel Kurulca aylık net 10.000,00 Tl huzur hakkı ödeneceği kararı alınmıştır .

Net Huzur Hakkı : 10.000,00 Tl

Gelir Vergisi Oranı : Yüzde 15 (Artan Oranlıdır)

Damga Vergisi Oranı : Binde 6,6

Brüt Tutar : 11.856,77 Tl

Gelir Vergisi : 11.856,77*0,15 = 1.778,51 Tl

Damga Vergisi : 11.856,77*0,0066 = 78,26 Tl

* Huzur hakkı bir iş akdine bağlı işçi işveren ilişkisi olmaksızın ödendiğinden sigorta primine tabi değildir. Gelir vergisi ve damga vergisine tabidir. Huzur hakkı için ayrı bordro düzenlenmelidir.

NOT: Huzur hakkı ödemeleri ücret sınıfına girdiğinden dolayı asgari geçim indirimine tabidir.

* Türkiye genelinde iş kanununa tabi en az 10 işçisi bulunan işverenler, istihdam ettikleri her bir çalışanın maaşını bankalar kanalıyla ödeyecek fakat huzur hakkı iş kanununa tabi ödenen bir ücret olmadığından banka yoluyla ödenme zorunluluğuna tabi değildir.

Okay KIR

SMMM



15 Eylül 2012 Cumartesi

FREE ACCOUNTING

videos.htmlhttp://freeaccountingschool.com/

Gayrimenkul alıp satarken vergiye dikkat edin, eliniz yanmasın!

Gayrimenkul alıp satarken vergiye dikkat edin, eliniz yanmasın!


Dr. Ahmet BAŞPINAR-Yeminli Mali Müşavir


Kobi Plus




İleride doğacak vergileri hesaba katarak yapılacak yatırımı belirlemek, rasyonel bir vatandaş tavrı olarak kötü bir sürprizle karşılaşma riskini minimize edebilecektir. Aksi vatandaş tavrı ise, vergi yükü ortaya çıktığında bunu görmezden gelmeye çalışmak veya vergi kaçırmaya yönelik çabalara girişmek olacaktır. Oysaki Amerikalıların deyimiyle; Hayatta iki şey kaçınılmazdır; biri ölüm, diğeri vergi!



Toplumumuzda en muteber yatırım araçlarından biri gayrimenkuldür. Kimi eve, kimi arsaya yatırım yapar; kimi ise arsa alıp eve dönüştürerek bu işten kazançlı çıkmayı hedefler. Nitekim bu yatırımları yaparken vatandaşlar (tüccar dışında), genelde işin vergi boyutunu hesaba katmaz. Gün gelip vergi idaresi kapıya dayandığında, altından kalkılamayacak boyutta vergi yüküyle karşılaşılabilir. Oysaki ileride doğacak vergileri hesaba katarak yapılacak yatırımı belirlemek, rasyonel bir vatandaş tavrı olarak kötü bir sürprizle karşılaşma riskini minimize edebilecektir. Aksi vatandaş tavrı ise, vergi yükü ortaya çıktığında bunu görmezden gelmeye çalışmak veya vergi kaçırmaya yönelik çabalara girişmek olacaktır. Oysaki Amerikalıların deyimiyle "Hayatta iki şey kaçınılmazdır; biri ölüm, diğeri vergi!"


Genel nitelikli gayrimenkul yatırımlarından bir örnekle konuyu açıklamaya çalışalım. 2005 yılında bir arsanın 100.000 TL'ye alındığını ve 2012 yılında bu arsanın bir müteahhide 10 daire karşılığında "kat karşılığı inşaat sözleşmesi" kapsamında verildiğini varsayalım. Aynı yıl söz konusu 10 dairenin teslim alındığını ve arsa sahibinin bu dairelerden birinde oturduğunu ve kalan 9 daireyi aynı yıl içinde her birini 200.000 TL'den farklı kişilere sattığını düşünelim. Vergi idaresinin bu olay karşısındaki düşüncesi (20.02.2012 tarih ve B.07.1.GİB.4.06.01-120 [37-11/18]253 sayılı özelge*) özetle şöyledir: "Arsa karşılığı edinilen gayrimenkulün kat karşılığı verilerek daire alınması, gayrimenkulün vasfını değiştirmektedir. Bu bağımsız bölümlerin tapuya tescil tarihinin veya fiili kullanım tarihinin, yeni bir iktisap olarak göz önüne alınarak, bu tarihten itibaren; - Aynı kişiye farklı tarihlerde veya - Ayrı kişilere aynı tarihte ya da izleyen tarihlerde satılması durumunda,



Bu satıştan elde edilen kazancın, Gelir Vergisi Kanununun 37'nci maddesine göre ticari kazanç olarak vergilendirilmesi gerekmektedir."



Olayımızdaki vergi yükünü hesaplamak için, öncelikle 2012 yılında geçerli olan gelir vergisi tarifesini belirtelim:



- 10.000 TL'ye kadar % 15,

- 10.000-25.000 TL arası % 20,

- 25.000 - 58.000 TL arası % 27,

- 58.000 TL üzeri %35.



Bu durumda, 9 dairenin satış hasılatı 9 x 200.000 = 1.800.000 TL olup, bu tutardan 100.000 TL'lik alış maliyetini (Bu maliyet her yıl yaklaşık enflasyon oranında artırılmaktadır; ancak örneğim izdeki vurguyu etkilemediğinden bu endekslerine ihmal edilmiştir.) düştüğümüzde, vergi idaresinin gözünde bu yatırımdan 1.700.000 TL gelir elde edinilmiştir.



Yukarıdaki vergi tarifesine göre, bu gelirin vergisi yaklaşık olarak 1.700.000 x %35 = 595.000 TL'dir. Söz konusu geliri vatandaş beyan etmez de vergi idaresi ortaya çıkarırsa, bu vergiye ilave olarak bir kat da "vergi ziyaı cezası" doğmakta ve bir de aylık %1,40 gecikme faizi istenmektedir.



Konu ticari kazanç olduğunda ayrıca Katma Değer Vergisi (KDV) gündeme gelmektedir. Güncel KDV oranı, net alanı 150 m2'ye kadar olan dairelerde % 1, bunu aşanlarda ise %18'dir. Dairelerimizin net alanının 150 m2 altında olduğunu varsaydığımızda bile, 1.800.000 x%1 = 18.000 TL KDV doğmaktadır. Bu gelirin vatandaş tarafından beyan edilmediği durumda, yukarıda belirttiğimiz bir kat vergi ziyaı cezası ve aylık %1,40 gecikme faizi bu durumda da geçerlidir. Neticede, vatandaşımız 1.800.000 TL'lik satış hasılatına karşılık olarak, yaklaşık 1.250.000 TL civarında vergi/ceza ödemek zorunda kalacaktır'. Oysaki rasyonel düşünen bir vatandaş bu örneğimizde hiç vergi ödemeden bu yatırımı gerçekleştirebilecektir. Şöyle ki;



• Arsayı daireye çevirmeden öylece satsa ve elde edeceği hasılatla kendine oturacağı bir daire alsa ve kalan parayı başka yatırımlara/tasarruflara yöneltse (Arsa alım-satımı arasında 5 yıldan fazla süre olduğu için, kazanç ne olursa olsun vergi idaresi herhangi bir vergi istememektedir.) ya da



• Daireleri ayrı kişilere değil de, aynı kişiye ve bir defada satsa ya da,



• Arsayı müteahhide daire karşılığı değil de, "hasılat paylaşımı" şeklinde verse (Bu yöntemde, arsayı verip karşılığında daire almak yerine, dairelerin tamamının satılıp elde edilen hasılattan arsa sahibine payının para olarak ödenmesi söz konusudur.) Hiç vergi ortaya çıkmayacaktı! Görüldüğü üzere, vergi planlaması yapmanın ve dolayısıyla rasyonel düşünerek yatırımların yönetilmesinin vatandaş için önemi tartışılmazdır.



Dr. Ahmet BAŞPINAR-Yeminli Mali Müşavir



* 20.02.2012 tarih ve B.07.1 .GİB.4.06.01-120 [37-11 /l 8]-253 sayılı özelgenin tam metnine, www. gib.gov.tr adresindeki "özelgeler" kulakçığından ulaşılabilir.



Kobi Plus



12 Eylül 2012 / Saat: 15:34

Gayrimenkul satışına özel vergi fırsatı!

Gayrimenkul satışına özel vergi fırsatı!


Şükrü Kızılot-Hürriyet Emlak




Şirketlerin gayrimenkul satışına özel vergi avantajları VERGİ avantajlarından yararlanmak yasal hakkınız olarak göze çarpıyor.
Şirketlerin gayrimenkul satışına özel vergi avantajları VERGİ avantajlarından yararlanmak yasal hakkınız.


Bu avantajlardan yararlanmak için neler olduğunu bilmek gerekiyor.


Vergi avantajının sayısı birden fazla olduğu için bilmiyor ya da hatırlamıyor olabilirsiniz.


SAYMAKLA BİTMEZ


Şimdi diyeceksiniz ki; "Belirttiğiniz vergi avantajları hangi avantajlar?" O kadar çok ki saymakla bitmez.


Önce "saymakla bitmeyenle ilgili" bir fıkra anlatalım.


Okuldan gelen çocuk çok acıkmış. Evden içeri girerken annesine sorar; - Anneciğim yemekte ne var?


- Ooo saymakla bitmez oğlum.


- Süpersin anne Ne var yemekte?


- Pirinç pilavı...



KDV AVANTAJI



Avantajlardan birincisi KDV avantajı.



Bir şirketin, en az iki tam yıl süreyle aktifinde kayıtlı olan gayrimenkulü satması, KDV'ye tabi değil (KDV Kanunu Md. 17/4-r). Buna göre, şirketin, en az 2 yıl (yani 730 gün) süre ile aktifinde kayıtlı olan arsayı, 10 milyon TL'ye satması halinde, normalde 1 milyon 800 bin TL olan KDV, alıcıdan istenilmeyecek. Bu durum da düzenlenen faturada belirtilecek.



Ancak gayrimenkul ticaretiyle (yani alım-satım ve inşaasıyla) uğraşan şirketler, bu avantajdan yararlanamayacak. Gayrimenkul kiralayan şirketler ise yararlanabilecek.



KURUMLAR VERGİSİ



Şirketin, en az iki tam yıl süre ile aktifinde kayıtlı olan gayrimenkulün, bu süre geçtikten sonra satılması durumunda, elde edilen kazancın yüzde 5'i oranında Kurumlar Vergisi ödenecek.



Bunun için aranan koşullar: a) Gayrimenkul en az 2 yıl (yani 730 gün), kurumun aktifinde yer alacak.



b) Satıştan sağlanan kazancın, istisnadan yararlanan kısmı "pasifte özel bir fon hesabında", satışın yapıldığı yılı izleyen beşinci yılın sonuna kadar tutulacak.



c) Satış bedeli, satışın yapıldığı yılı izleyen ikinci takvim yılına kadar (örneğin 20 Ağustos 2011'de yapılan satışın, 31 Aralık 2013'e kadar) tahsil edilecek. Bu süre içinde tahsil edilmeyen satış bedeline isabet eden istisna nedeniyle alınamayan kurumlar vergisi, vergi ziyaı cezası ile birlikte istenecek (KVK Md. 5/e).



Ana faaliyet konusu gayrimenkul ticareti ve kiralaması olan şirketler, bu avantajdan yararlanamıyor. Yukarıda (a), (b) ve (c) bentlerinde yazılı koşulların bulunması durumunda, gayrimenkulün satışından doğan kazancın (örneğin 1 milyon TL'nin) yüzde 75'i (yani 750 bin TL'si) kurumlar vergisinden müstesna tutulur. Kazancın yüzde 25'i üzerinden yüzde 20 kurumlar vergisi (250 bin TL üzerinden 50 bin TL) alınır. Pratik bir anlatımla, gayrimenkul kazancının (1 milyon TL'nin) yüzde 5'i oranında vergi ödenmiş oluyor.



VERGİYİ ÜÇ YIL GECİKTİRME



Arsa ve araziler dışındaki gayrimenkullerin örneğin satılan binaların, yenilenmesi işin özelliğine göre zorunlu bulunup veya bu hususta işletmeyi idare edenlerce karar verilmiş ve teşebbüse geçilmiş olursa, satıştan doğan kar, yenileme giderlerini karşılamak üzere, pasifte geçici bir hesapta, en fazla üç yıl süre ile tutulabilir.



Üç yıl içinde kullanılmayan kar üçüncü yılın kurum kazancına eklenir. Böylelikle vergi üç yıl gecikmeli ödenmiş olur.



HASILAT PAYLAŞIMI



Şirketin, en az iki yıl aktifinde kayıtlı olan arsayı, "hasılat paylaşımı" yoluyla başka bir inşaat şirketine vermesi durumunda, yukarıda belirtilen koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak; a) Arsa sahibi şirket, KDV'den müstesna tutulur.



b) Elde edilen kazancın da yüzde 75'i kurumlar vergisine tabi tutulmaz.



Nedenine gelince, "hasılat paylaşımı" şeklindeki satış nakit karşılığı arsa satışından farklı bir olay değildir. Hasılat payı karşılığında arsa satışı işleminde trampa da söz konusu değildir. Hasılat payı karşılığı arsa satış sözleşmesi, arsa karşılığı inşaat sözleşmesi değil, nakit karşılığı satış sözleşmesidir.



Yukarıdaki avantajları önceden bilmeyen şirketlerin daha sonra öğrendiklerinde, geriye dönük vergi avantajı sağlamaları mümkün olmadığından, uzmanına danışmalarında yarar var.



Şükrü Kızılot-Hürriyet Emlak





22 Nisan 2012 / Saat: 08:53

14 Eylül 2012 Cuma

Yeni Türk Ticaret Kanunu Sonrası Huzur Hakkı

Okay KIR

SMMM

Türk Ticaret Kanunu hükümlerinin şirket yönetim kurulu üyelerine bir takım yükümlülük ve sorumluluk yüklediği, buna karşılık mali nitelikte haklar tanıdığı görülmektedir. Yönetim Kurulu üyelerinin mali hakları 6102 sayılı YTTK’nın 394. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu yazımızda 6762 sayılı ETTK’ nın 333. Maddesi ile 6102 sayılı YTTK’daki karşılığı olan 394. Maddesi karşılaştırılarak yönetim kurulu üyelerinin mali hakları ve aynı zamanda huzur hakkı ile ilgili yapılan değişiklikleri irdeleyeceğiz. İlgili kanun maddeleri;



- Eski 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu



V – Meclis Azalarının Hukuki Durumu

1. Huzur Hakkı

MADDE 333 - Aksine esas mukavelede hüküm olmadığı takdirde idare meclisi azalarına her toplantı günü için bir ücret verilir. Ücret miktarı esas mukavelede tayin edilmemişse umumi heyetçe tayin olunur.



- Yeni 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu



V- Yönetim Kurulu Üyelerinin Mali Hakları

MADDE 394- (1) Yönetim kurulu üyelerine, tutarı esas sözleşmeyle veya genel kurul kararıyla belirlenmiş olmak şartıyla huzur hakkı, ücret, ikramiye, prim ve yıllık kârdan pay ödenebilir.



YTTK’da ETTK’nın ilgili maddesi içeriğinde bazı ifadeler çıkarılmış bazıları da değişikliğe uğramıştır. Bunlar;



- YTTK’da “Her Toplantı Günü” ve “Sözleşmede Aksine Hüküm Konulmamış İse”ibareleri çıkarılmış.



- ETTK’da kesin bir ifadeyle her toplantı için ücret “Ödenir” denilirken YTTK’da“Ödenebilir” değişikliği yapılmıştır.



- ETTK’da yalnızca “Ücret” denilirken YTTK da “Huzur Hakkı, Ücret, İkramiye, Prim ve Yıllık Kârdan Pay” denilmiştir.



İki kanun maddesinde yapılan değişikliklerin sonuçlarına bakmak gerekirse;



- ETTK’da huzur hakkı için, aksine esas mukavelede hüküm olmadığı takdirde (ödenmemesi kararlaştırılmamışsa) ödenmesi zorunlu bir mali haktır denilmektedir. Örnek bir Yargıtay kararında; “Huzur hakkı ödenmemesine dair ana sözleşmede bir hüküm yoksa Yönetim Kurulu üyeleri şirketten Genel Kurul karar alsın ya da almasın huzur hakkı talep edebilirler ve şirketin huzur hakkını ödemesi gereklidir.”(İlgili Yargıtay Kararı-Yarg. 11.HD.4/7/1985 gün ve E.1985/3927 , K. 4229.)



YTTK’da bu zorunluluktan vazgeçilmiş ve eğer ödenmesine karar verilmişse ödeneceği, herhangi bir ödeme kararı verilmemişse ödenmeyeceği hüküm altına alınmıştır.



- ETTK’da huzur hakkı toplantı başına verildiğinden yönetim kurulu üyeleri arasında farklı tutarlar olmaması gerekliydi. Çünkü toplantıya katılma ücreti olduğundan toplantıya katılanlara farklı huzur hakkı verilmesi doğru değildi, ayrıca huzur hakkı toplantı başına verilir denildiğinden aylık olarak verilmesinde ya da yönetim kurulu üyesinin toplantıya katılmamış olsa da verilmesi gibi durumlarda uygulamada gerçekleştirildiği görülmekte ise de tereddütler oluşmaktaydı.



YTTK da toplantı başına ibaresi kaldırılarak ister toplantıya katılsın ister katılmasın ya da aylık veya yıllık ya da yönetim kurulu üyeleri arasında farklı tutarlar gibi huzur hakkının nasıl verileceğinin ve tutarının rahat bir şekilde belirlenmesinin önü açılmış oldu.



- ETTK’da yalnızca ücret verilebilinir denilirken YTTK’da bunun yanında Huzur Hakkı, Ücret, İkramiye, Prim ve Yıllık Kârdan Pay ödemesi gibi daha geniş ve esnek seçenekler düzenlenmiştir.



Dikkat edileceği üzere, söz konusu mali haklar, anılan maddede sınırlı sayı ilkesi uyarınca gösterilmiştir. Bu yönüyle anılan mali hakların birkaçının bir arada ödenmesinin önünde bir engel bulunmadığı, bir başka deyişle, yönetim kurulu üyelerine hem ücret hem de katıldıkları toplantı başına huzur hakkı ödenebileceği kanısındayız. (Soner Altaş, YTTK Göre Anonim Şirketler, Seçkin Yayıncılık, 2011, 2.Baskı s.185.)



- ETTK ve YTTK da yönetim kurulu üyelerine verilecek huzur hakkı tutarının belirlenmesi esas sözleşmeyle veya genel kurulca yapılır denilmektedir ve yönetim kurulu bu ödemelerin tutarını kendisi belirleyemez, huzur hakkı tutarının alt ya da üst sınırı yoktur ancak dikkat edilmesi gereken bir konu ise, işletmedeki ücret skalasına göre yüksek olması kar dağıtımı olarak sayılabilir.



* Söz konusu her iki kanun maddesi de Anonim Şirketler için düzenlenmiş olup, Limited Şirketler için herhangi bir düzenleme yoktur ve aslında bakıldığında limited şirketlerde uygulanmaması gereklidir. Ancak bu konuda engelleyici bir hükümde olmadığından Limited Şirketlerde de uygulandığı gözükmektedir. Dikkat edilmesi gereken konu işlevi bakımından Anonim Şirketlerdeki Yönetim Kurulu üyelerine benzeyen müdür (Birden çoksa müdürler kurulu) sıfatına sahip Limited Şirket ortaklarına huzur hakkının ödenmesine yönelik şirket ana sözleşmesinde bir düzenleme yapılmasında herhangi bir engelin olmadığı sonucuna varılabilir. Ancak kanun maddesine göre müdür olmayan ortaklara huzur hakkı ödenmemesi gereklidir, hatta bu konuda verilen muktezada Limited Şirketlerde sadece ortak olan müdürlere huzur hakkı ödenebileceği müdür olmayan ortaklara huzur hakkı ödenemeyeceği belirtilmiştir (İlgili Mukteza- Bursa Vergi Dairesi Başkanlığı, 14.04.2003 tarih ve B.07.4.DEF.O.I6.11;GVK:190-03-21 sayılı özelge)



* Genel kurul kararlarında ana sözleşme değişikliği, sermaye artırımı, yetki ve sorumluluk tayini gibi kararların geçerliliği tescile bağlıdır. Huzur hakkı kararı eğer ileride bir itiraz olmayacak ise tescil gerektirmez.



* Huzur hakkı bir ücret gibi vergilendirilir çünkü gelir vergisine göre ücrettir. Ücretin gelir vergisindeki tanımına baktığımızda GVK Mad.61 ilgili kısımları aşağıda görüleceği üzere yönetim kuruluna yapılan her türlü para, ayni ve menfaatler ücret sayılmıştır.



GELİR VERGİSİ KANUNU MD. 61



Ücretin Tarifi

(2361 sayılı Kanunun 43′üncü maddesiyle değişen madde) Ücret, işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatlerdir.



Ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (Mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebeti niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunması onun mahiyetini değiştirmez.



Bu kanunun uygulanmasında, aşağıda yazılı ödemeler de ücret sayılır:



4. Yönetim ve denetim kurulları başkanı ve üyeleriyle tasfiye memurlarına bu sıfatları dolayısıyla ödenen veya sağlanan para, ayın ve menfaatler;



* Huzur hakkı gelir vergisinde ücret sayılmıştır ve vergilendirilmesi de artan oranlıdır (GVK Md.103). Ayrıca verginin hesaplanmasında ödenecek net huzur hakkı tutarı önce brütleştirilir ve brüt huzur hakkı üzerinden gelir vergisi ile damga vergisi sonraki ayın muhtasar beyannamesinde 012 diğer ücretler kısmında beyan edilerek tahakkuk ettirilmesi gereklidir.



ÖRNEK: A Ltd.Şti. Şirket Müdürüne Genel Kurulca aylık net 10.000,00 Tl huzur hakkı ödeneceği kararı alınmıştır .

Net Huzur Hakkı : 10.000,00 Tl

Gelir Vergisi Oranı : Yüzde 15 (Artan Oranlıdır)

Damga Vergisi Oranı : Binde 6,6

Brüt Tutar : 11.856,77 Tl

Gelir Vergisi : 11.856,77*0,15 = 1.778,51 Tl

Damga Vergisi : 11.856,77*0,0066 = 78,26 Tl



* Huzur hakkı bir iş akdine bağlı işçi işveren ilişkisi olmaksızın ödendiğinden sigorta primine tabi değildir. Gelir vergisi ve damga vergisine tabidir. Huzur hakkı için ayrı bordro düzenlenmelidir.



NOT: Huzur hakkı ödemeleri ücret sınıfına girdiğinden dolayı asgari geçim indirimine tabidir.



* Türkiye genelinde iş kanununa tabi en az 10 işçisi bulunan işverenler, istihdam ettikleri her bir çalışanın maaşını bankalar kanalıyla ödeyecek fakat huzur hakkı iş kanununa tabi ödenen bir ücret olmadığından banka yoluyla ödenme zorunluluğuna tabi değildir.



Okay KIR

SMMM

Menkul Kıymetlerden Sağlanan Gelirlerin Vergilendirilmesi

http://www.bumindogrusoz.com/m.aspx?id=668

13 Eylül 2012 Perşembe

Şirketler kâr payı avansı dağıtabilecekler

Şirketler kâr payı avansı dağıtabilecekler

Veysi Seviğ


Türk Ticaret Kanunu’nun 509/2’nci maddesi uyarınca anonim şirketlerde ‘Kâr payı ancak net dönem kârından ve serbest yedek akçelerden dağıtılabilir.’Kâr payı avansı ise ‘Sermaye Piyasası Kanunu’na tabi olmayan şirketlerde, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın bir tebliği ile belirlenecek şekilde dağıtılabilecek. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı konuya ilişkin olarak açıklamalarını ‘Kâr payı avansı dağıtımı hakkındaki’ tebliğ ile yapmış bulunmaktadır. (9 Ağustos 2012 gün ve 28739 sayılı Resmi Gazete)

Tebliğ’de yer alan tanımlamalara göre;

* Kâr payı, net dönem kârı veya serbest yedek akçeler üzerinden ortaklara veya kâra katılan diğer kimselere genel kurulca dağıtılmasına karar verilen tutarı,


* Kâr payı avansı; kâr payından mahsup edilmek üzere ara dönem finansal tablolara göre oluşan kârlar üzerinden tebliğ hükümlerine göre hesaplanan tutarı,

* Serbest yedek akçe; genel kanuni yedek akçelerin sermayenin veya çıkarılmış sermayenin yarısını aşan kısmı ile kanun ve sözleşme gereği ayrılanlar dışında genel kurul tarafından ayrılmasına karar verilen yedek akçeleri,

* Ortak ise; anonim şirketlerinin pay sahipleri ile limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerin ortaklarını,

* Şirket olarak da; Sermaye Piyasası Kanunu’na tabi olmayan anonim şirketler ile limited ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketleri ifade etmektedir.

Şirketlerin kâr payı avansı dağıtabilmesi için her şeyden önce şirket genel kurulu tarafından konuya ilişkin dağıtım kararı alması gerekmektedir. Bu bağlamda da kâr payı avansı dağıtılacak hesap döneminde hazırlanan 3, 6 veya 9 aylık ara dönem finansal tablolara göre kâr edilmiş olması öngörülmektedir.

Tebliğ ile yapılan düzenleme gereği şirket genel kurulu tarafından kâr payı avansı dağıtılmasına karar verilmesi halinde ayrıca aşağıdaki ilkelere uygun davranılması zorunlu olmaktadır. İlgili hesap dönemi sonunda yıl içinde dağıtılan kâr payı avansını karşılayacak tutarda net dönem kârı oluşmaması durumunda, net dönem kârını aşan kâr payı avanslarının varsa bir önceki yıla ait bilançoda yer alan serbest yedek akçelerden mahsup edilmesi, serbest yedek akçe tutarının da dağıtılan kâr payı avanslarını karşılayamaması halinde fazla ödenmiş bulunan kâr payı avanslarının yönetim organının ihtarı halinde ortaklar tarafından şirkete iade edilmesi,

* Genel kanuni yedek akçeler ile serbest yedek akçelerin, oluşan dönem zararından mahsubu sonrasında bakiye serbest yedek akçe tutarının karar üzerine dağıtılan kâr payı avanslarından indirileceği, indirim işlemi sonucunda dönem içinde dağıtılan kâr payı avansı tutarının bakiye serbest yedek akçe tutarını aşması halinde ise aşan kısmının yönetim organının ihtarı üzerine ortaklar tarafından şirkete iade edileceği, hususlarının kâr payı avansı dağıtılacak hesap dönemi içinde genel kurul toplantısında karar altına alınması gerekmektedir.

* Diğer yandan anonim ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlerde, genel kurul tarafından bu yönde karar alınabilmesi için sermayesinin en az dörtte birini karşılayan payların sahiplerinin veya temsilcilerinin toplantıda hazır bulunması, bu nisabın toplantı süresince korunması ve toplantıda hazır bulunan oyların çoğunluğunun kâr payı avansı dağıtılması yönünde oy kulanmış olması, limited şirketlerde ise toplantıda temsil edilen oyların salt çoğunluğunun kâr payı avansı doğrultusunda olması gerekmektedir.

İlgili hesap dönemi öncesinde ödenen kâr payı avanslarının, ilgili olduğu yılın net dönem kârından mahsup edilmesi zorunludur. Bu işlem yapılmadan, şirket genel kurulu tarafından kâr dağıtımına ve kâr payı avansı ödenmesine karar verilemeyecek.

Dağıtılacak kâr payı avansı; varsa geçmiş yıllar zararlarının tamamının, vergi, fon ve mali karşılıkların, kanunlara ve esas sözleşmeye göre ayrılması gereken yedek akçelerin, varsa imtiyazlı pay sahipleri, intifa senedi satışları ve kâra katılan diğer kimseler için ayrılacak tutarların oluşan ara dönem kârından indirilmesi suretiyle hesaplanacak. Ödenecek kâr payı avansı, bu şekilde hesaplanan tutarın yarısını aşamayacak.

Aynı hesap dönemi içinde izleyen ara dönemlerde de kâr oluşması halinde dağıtılacak kâr payı avansı tutarı yukarıda belirtilen hususların yanı sıra önceki ara dönem veya dönemlerde ödenmiş olan kâr payı avansı tutarları da indirilerek hesaplanacak.

Kâr payı avansları dağıtım tarihleri itibariyle ortaklara payları oranında ödenecek.

Konuya ilişkin olarak Ticaret ve Gümrük Bakanlığı tarafından yayımlanan tebliğ 9 Ağustos 2012 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Bu bağlamda da durumları müsait bulunan kurumlar 2012 yılında da kâr payı avansı dağıtabilecekler.

Kaynak:İTO PORTAL

" İki şey.." Giordano Bruno (16.asır latin düşünürü)

" İki şey.." Giordano Bruno (16.asır latin düşünürü)




16. asır Latin düşünürü Giordano Bruno ..ARALIK 1548 İtalya doğumlu bilim adamı, rahip, filozof.

Kilisenin dogmatik görüşlerine karşı bilimi savunduğu için (Kopernik'in "evren sonsuzdur" anlayışı) rahiplik mesleğinden ayrılmak zorunda kalmıştır.

Rahiplik mesleğinden ayrılması sonrasında İtalya'dan da ayrılmak zorunda kalınca Avrupa'yı dolaşıp bazı üniversitelerde kürsülerin başına geçmiş, eğitim vermiştir. Ama hem İtalya'daki geçmişi, hem de üniversitelerin bile onun görüşlerine hazır olmayışı sebebiyle belli bir yerde kalamamış, sonuçta tüm Avrupa'yı dolaşmak zorunda bırakılmıştır.

1592 de döndüğü italya da bir soylunun suçlaması üzerine (isa ya hakaret ettiğine ilişkin bir suçlama bu) engizisyon mahkemesince yargılanıp hapse atılmıştır. Tam sekiz yıl boyunca engizisyon mahkemesi nin türlü işkencelerine maruz kalmış, yine de görüşlerini ve kitaplarını reddederek engizisyonca bağışlanmayı kabul etmemiştir.

17 şubat 1600 de campo dei fiori de (çiçekler meydanı) önce dili kesilmiş, ardından da yakılarak öldürülmüştür.

Onun günümüze kadar gelen “iki şey“ hakkındaki sözleri değerlerinden hiçbir şey kaybetmemiştir!

Hatırlayalım!...





İki şey 'Kalitesiz İnsan'ın özelliğidir:

1- Şikayetçilik

2- Dedikodu



İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:

1- Bakış açısını değiştirmek

2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek



İki şey yanlış yapmanı engeller:

1- Şahıs ve olayları akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek

2- Hak yememek



İki şey kişiyi gözden düşürür :

1- Demagoji (Laf kalabalığı)

2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek



İki şey insanı 'Nitelikli İnsan' yapar:

1- İradeye hakim Olmak

2- Uyumlu Olmak



İki şey 'Ekstra Değer' katar:

1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak

2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek



İki şey geri bırakır:

1- Kararsızlık

2- Cesaretsizlik



İki şey kaşif yapar:

1- Nitelikli çevre

2- Biraz delilik



İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:

1- Baskın yeteneği bulmak

2- Sevdiğin işi yapmak



İki şey başarının sırrıdır:

1- Ustalardan ustalığı öğrenmek

2- Kendini güncellemek



İki şey başarıyı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:

1- Niyetin saf olması

2- Ruhsal farkındalık



İki şey milyonlarca insandan ayırır:

1- Sorunun değil, çözümün parçası olmak

2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek



İki şey gelişmeyi engeller:

1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)

2- Felakete odaklanmış olmak



İki şey çözüm getirir:

1- Tebessüm (gülümseme)

2- Sükut (susmak)



İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:

1- Anne

2- Baba



İki şey geri alınmaz:

1- Geçen zaman

2- Söylenen söz



İki şey ulaşmaya değerdir:

1- Sevgi

2- Bilgi



İki şey "hayatta önemli olan her şey" içindir:

1- Nefes alabilmek

2- Nefes verebilmek

11 Eylül 2012 Salı

ACCOUNTING TERMS






http://www.financialmodelingguide.com/accounting/accounting-terms/



Accounting, financial analysis and financial modeling are integrated disciplines which a good financial analyst should be familiar with. In particular, it is important that a sound knowledge of fundamental accounting principles and accounting terms is had to ensure a common basis and language for understanding, intepretating and analyzing financial statements and financial model results.

We provide here a long list of the most common accounting terms that a financial analyst may come across:

• Absorption: the sharing out of the costs of a cost center amongst the products which use the cost center.

• Account: a record in a double entry system that is kept for each (or each class) of asset, liability, revenue and expense.

• Accounting equation: an expression of the equivalence, in total, of assets = liabilities + equity.

• Accounting period: that time period, typically one year, to which financial statements are related.

• Accounting policies: the specific accounting bases selected and followed by a business enterprise (e.g. straight line or reducing balance depreciation).

• Accounting rate of return: a ratio sometimes used in investment appraisal but based on profits not cash flows.

• Accounting standards: Prescribed methods of accounting by the accounting standards or financial reporting standards regulation body in your jurisdiction.

• Accruals: (that which has accrued, accumulated, grown) expenses which have been consumed or enjoyed but which have not been paid for at the accounting date.

• Accruals convention: the convention that revenues and costs are matched with one the other and dealt with in the Profit and Loss (P&L) Account of the period to which they relate irrespective of the period of receipt or payment.

• Accumulated depreciation: that part of the original cost of a fixed asset which has been regarded as a depreciation expense in successive Profit and Loss (P&L) Accounts: cost less accumulated depreciation = net book value.

• Acid test: The ratio of current assets (excluding stock) to current liabilities.

• Acquisitions: operations of a reporting entity that are acquired in a period. Separate disclosure of turnover, profits, etc must be made.

• Activity based costing: cost attribution to cost units on the basis of benefit received Irons indirect activities. The idea is that overhead costs are driven by activities (e.g. setting up a machine) not products.

• Allocation: the charging of discrete, identifiable costs to cost centers or cost units. A cost is allocated when it is unique to a particular cost center.

• Amortization: another word for depreciation: commonly used for depreciation of the capital cost of acquiring leasehold property.

• Apportionment: the division of costs among two or more cost centers in proportion to estimated benefit on some sensible basis. Apportionment is for shared costs.

• Assets: resources of value owned by a business entity.

• Assets utilization ratio: a ratio which purports to measure the intensity of use of business assets. Calculated as sales over net operating assets. Can be expressed as sales as a percentage of net operating assets.

• Asset value: a term which expresses the money amount of assets less liabilities of a company attributable to one ordinary share.

• Avoidable costs: the specific costs of an activity or sector of a business which would be avoided if that activity or sector did not exist.

• Auditing: the independent examination of, and expression of an opinion on, the financial statements of an enterprise by an appointed auditor in pursuance of that appointment and in compliance with any relevant statutory obligation.

• AVCO (average cost): a method of valuing fungible assets (notably stock) at average (simple or weighted) input prices.

• Bad debts: debts known to be irrecoverable and therefore treated as losses by inclusion in the Profit and Loss (P&L) Account as an expense.

• Balance Sheet: a financial statement showing the financial position of a business entity in terms of assets, liabilities and capital at a specified date.

• Bankruptcy: a legal status imposed by a court. Usually a trustee is appointed to receive and realize the assets of the bankrupt and to distribute the proceeds to his creditors according to the law.

• Benefits in kind: things or services supplied by a company to its directors and others in addition to cash remuneration. A good example is the provision of and free use of a motor car. The value of benefits in kind are taxable.

• Bond: a formal written document that provides evidence of a loan. Bond has mainly American usage. Its UK equivalent is debenture.

• Bonus issue: a free issue of new shares to existing shareholders. No payment is made for the shares. Its main effect is to divide the substance of the company (assets less liabilities) into a larger number of shares.

• Book value: the amount at which an asset is carried on the accounting records and Balance Sheet. The usual book value for fixed assets is cost less accumulated depreciation. Alternative words include written down value, net book value and carrying value. Book value rarely if ever corresponds to saleable value.

• Breakeven chart: a chart which illustrates costs, revenues, profit and loss at various levels of activity within a relevant range.

• Breakeven point: the level of activity (e.g. level of sales) at which the business makes neither a profit nor a loss i.e. where total revenues exactly equal total costs.

• Budget: a formal quantitative expression of management’s plans or expectations. Master budgets are the forecast or planned Profit and Loss Account and Balance Sheet. Subsidiary budgets include those for sales, output, purchases, labor, cash etc.

• Capital: an imprecise term meaning the whole quantity of assets less liabilities owned by a person or a business.

• Capital allowances: deductions from profit for fixed asset purchases. In effect capital allowances is a standard system of depreciation used instead of depreciation for tax purposes only.

• Capital budgeting: the process of planning or appraising possible fixed asset acquisitions.

• Capital employed: a term describing the total net assets employed in a business. Various definitions are used, so beware when talking at cross purposes.

• Capital expenditure: expenditure on fixed assets.

• Cash: strictly coins and notes but used also to mean all forms of ready money including bank balances.

• Cash discount: a reduction in the amount payable by a debtor to induce prompt payment (equivalent to settlement discount).

• Cash flow: a vague term (compare cash flow difficulties) used for the difference between total cash in and total cash out in a period.

• Cash flow forecast: a document detailing expected or planned cash receipts and outgoings for a future period.

• Cash flow statement: a formal financial statement showing a summary of cash inflows and outflows under certain required headings.

• Committed costs: those fixed costs which cannot be eliminated or even cut back without having a major effect on the enterprise’s activities (e.g. rent).

• Common stock: the U.S equivalent of ordinary shares.

• Conservatism: (also known as prudence) the convention whereby revenue and profits are not anticipated, but provision is made for all known liabilities (expenses and losses) whether the amount of these is known with certainty or is a best estimate. Essentially – future profit, wait until it happens – future loss, count it

• Consideration: the amount to be paid for anything sold including businesses. May be cash, shares or other securities.

• Consistency: convention that there is consistency of accounting treatment of like items within each year and from year to year.

• Consolidation: the aggregation of the financial statements of the separate companies of a group as if they were a single entity.

• Contribution: a term used in marginal costing – the difference between sale price and associated variable costs.

• Controllable costs (also known as managed costs): costs, chargeable to a budget or cost centre, which can be influenced by the actions of the persons in whom control is vested.

• Conversion cost: the cost of bringing a product or service into its present location or condition. May include a share of production overheads.

• Convertible loan stock: loans where, at the option of the lender, the loan can be converted into ordinary shares at specified times and specified rates of conversion.

• Cost behavior: the change in a cost when the level of output changes.

• Cost center: a location, function, or item of equipment in respect of which costs may be ascertained and related to cost units.

• Cost convention: the accounting convention whereby Balance Sheet assets are mostly valued at input cost or by reference to input cost.

• Cost-volume-profit (CVP) analysis: the study of the relationships between variable costs, total fixed costs, levels of output and price and mix of units sold and profit, often analyzed in a financial modeling exercise.

• Credit: commonly used to refer to a benefit or gain also the practice of selling goods and expecting payment at a later date.

• Credit control: those measures and procedures adopted by a firm to ensure that its credit customers pay their accounts.

• Creditors: those persons, firms or organizations to whom the enterprise owes money.

• Creditors payment or settlement period: a ratio (usually creditors/ inputs on credit in a year x 365) which measures how long it takes the firm to pay its creditors.

• Cumulative preference shares: preference shares where the rights to dividends omitted in a given year accumulate. These dividends must be paid before a dividend can be paid on the ordinary shares.

• Current assets: cash + those assets (stock, debtors, prepayments, bank accounts) which the management intend to convert into cash or consume in the normal course of business within one year or within the operating cycle.

• Current cost accounting (CCA): a system of accounting which recognizes the fluctuating value of money by measuring current value by applying specific indices and other devices to historical costs. A valid method which is complex and difficult to understand intuitively.

• Current liabilities: debts or obligations that will be paid within one year of the accounting date. Another term used to describe the same is Creditors: amount falling due within one year.

• Current ratio: the ratio of current assets to current liabilities.

• Cut-off: the difficulties encountered by accountants in ensuring all items of income and expense are correctly ascribed to the right annual profit statement.

• Debenture: a document which creates or acknowledges a debt. Commonly used for the debt itself.

• Debt: a sum due by a debtor to his creditor. Commonly used also as a generic term for borrowings.

• Debtors: those who owe money.

• Debtors payment (settlement) period: a calculation of the average time taken by credit customers to pay for their goods. Calculated by Debtors/credit sales in a year x 365.

• Depletion method: a method of depreciation applicable to wasting assets such as mines and quarries. The amount of depreciation in a year is a function of the quantity extracted in the year compared to the total resource.

• Depreciation: a measure of the wearing out, consumption or other loss of value whether arising from use, passage of time or obsolescence through technology and market changes. Depreciation should be allocated to accounting period so as charge a fair proportion to each accounting period during the expected useful life of the asset.

• Direct costs: those costs comprising direct materials, direct labor and direct expenses which can be traced directly to specific jobs, products or services.

• Discontinued operations: operations of the reporting entity that are sold or terminated in a period. Turnover and results must be separately disclosed.

• Discount: a monetary deduction or reduction. Settlement discount (also known as cash discount) is given for early settlement of debts. Debentures can be redeemed at a discount. Trade discount is a simple reduction in price given to favored customers for reasons such as status or bulk purchase.

• Discounted cash flow: an evaluation of the future cash flows generated by a capital investment project, by discounting them to their present value.

• Dividend: a distribution of earnings to its shareholders by a company.

• Dividend cover: a measure of the extent to which the dividend paid by a company covered by its earnings (profits).

• Dividend yield: a measure of the revenue earning capacity of an ordinary share to its holder. It is calculated by dividend per share as a percentage of the quoted share price.

• Drawings: cash or goods withdrawn from the business by a proprietor for his private use.

• Earnings: another word for profits, particularly for company profits.

• Earnings per share: an investor ratio, calculated as after tax profits from ordinary activities / number of shares.

• Economic Order Quantity (EOQ): that purchasing order size which takes into account the optimum combination of stockholding costs and ordering costs.

• Equity convention: the convention that a business can be viewed as a unit that is a separate entity and apart from its owners and from other firms.

• Equity: the ordinary shares or risk capital of an enterprise.

• Exceptional items: material items which derive from events or transactions that fall within the ordinary activities of the reporting entity and which need to be disclosed by virtue of their size or incidence if the financial statements are to give a true and fair view. Examples are profits or losses on termination of an operation, costs of a fundamental reorganization and profits and losses on disposal of fixed assets.

• Expense: a cost which will be in the Profit and Loss (P&L) Account of a year.

• Exposure draft: a document issue on a specific accounting topic for discussion.

• Extraordinary items: material items possessing a high degree of abnormality which arise from events or transactions that fall outside the ordinary activities of the reporting entity and which are not expected to recur. They should be disclosed but are very rare indeed.

• Factoring: the sale of debtors to a factoring company to improve cash flow. Factoring is a method of obtaining finance tailored to the amount of business done but factoring companies also offer services such as credit worthiness checks, sales and debtor recording, and debt collection.

• FIFO: first in first out – a method of recording and valuation of fungible assets, especially stocks, which values items on the assumption that the oldest stock is used first. FIFO stocks are valued at most recent input prices.

• Finance lease: a leasing contract which transfers substantially all the risks and rewards of ownership of an asset to the lessee. In effect the lessee is really buying the assets with the aid of a loan and the lease installments are really payments of interest and repayments of capital. They are accounted for as such in accordance with the accounting convention of substance over form.

• Financial statements: Balance Sheets, Profit and Loss Account, Income and Expenditure Accounts, Cash Flow Statements and other documents which formally convey information of a financial nature to interested parties concerning an enterprise. In companies, the financial statements are subject to audit opinion.

• Fixed assets: business assets which have a useful life extending over more than one year. Examples are land and buildings, plant and machinery, vehicles.

• Fixed cost: a cost which in the short term, remains the same at different levels of activity. An example is rent.

• Flexible budget: a budget which is flexed to recognize the difference in behavior of fixed and variable costs in relation to levels of output. Total budgeted costs changed to accord with changed levels of activity.

• Floating charge: an arrangement whereby a lender to a company has a floating charge over the assets generally of the company gives the lender priority of repayment from the proceeds of sale of the assets in the event of insolvency. Banks frequently take a floating charge when lending.

• Format: a specific layout for a financial statement. Several alternatives are often prescribed by the prevailing governing authority or law of the country in which the enterprise operates or reports its financial performance.

• Funds flow statement: a financial statement which links Balance Sheets at the beginning and end of a period with the Profit and Loss (P&L) Account for that period. Now replaced by the cash flow statement.

• Fungible assets: assets which are substantially indistinguishable from each other. Used for stocks which can then be valued on FIFO or AVCO principles. LIFO is also possible but often not usually for tax reasons.

• Gearing: also known as leverage, the relationship between debt and equity in the financing structure of a company.

• Gilt-edged securities: securities and investments which offer a negligible risk of default. Principally government securities.

• Goal congruence: the situation in which each individual, in satisfying his or her own interests, is also making the best possible contribution to the objectives of the enterprise.

• Going concern: the accounting convention which assumes that the enterprise will continue in operational existence for the foreseeable future. This means in particular that the Profit and Loss (P&L) Account and Balance Sheet (BS) assume no intention or necessity to liquidate or curtail significantly the scale of operation.

• Goodwill: an intangible asset which appears on the Balance Sheet of some businesses. It is valued at (or below) the difference between the price paid for a whole business and the fair value of the net assets acquired.

• Gross: usually means before or without deductions. For example Gross Salary or Gross Profit.

• Gross profit: sales revenue less cost of sales but before deduction of overhead expenses. In a manufacturing company it is sales revenue less cost of sales but before deduction of non-manufacturing overheads.

• Gross margin: (or gross profit ratio), gross profit expressed as a percentage of sales.

• Group: a set of interrelated companies usually consisting of a holding company and its subsidiary and sub-subsidiary companies.

• Group accounts: the financial statements of a group wherein the separate financial statements of the member companies of a group are combined into consolidated financial statements.

• HIFO: highest in highest out, a pricing policy where costs are collected for a job on the basis that the cost of materials and components is the highest recent input price.

• Historical cost: the accounting convention whereby goods, resources and services are recorded at cost. Cost is defined as the exchange or transaction price. Under this Convention, realizable values are generally ignored. Inflation is also ignored. The almost universal adoption of this convention makes accounting harder to understand and lessens the credibility of financial statements.

• Hurdle: a criteria that a proposed capital investment must pass before it is accepted. It may be a certain interest rate, a positive NPV or a maximum payback period.

• Income and expenditure account: the equivalent to Profit and Loss (P&L) Accounts in nonprofit organizations such as clubs, societies and charities.

• Indirect costs: costs which cannot be traced to particular products. An example is rent or management salaries. They are usually shared by more than one product and are called overheads.

• Insolvency: the state of being unable to pay debts as they fall due. Also used to describe the activities of practitioners in the fields of bankruptcy, receivership and liquidations.

• Intangible assets: assets which have long term value but no physical identity. Examples are goodwill, patents, trade marks and brands.

• Interim dividend: a dividend paid during a financial year, generally after the issue of un-audited profit figures half way through the year.

• Internal rate of return: the rate of discount which will just discount the future cash flows of a proposed capital investment back to the initial outlay.

• Inventory: a detailed list of things. Used by accountants as another word for stock.

• Investment appraisal: the use of accounting and mathematical methods to determine the likely returns for a proposed investment or capital project.

• Key factor: a factor of production which is in limited supply and therefore constrains production.

• Labor hour rate: a method of absorption where the costs of a cost centre are shared out amongst products on the basis of the number of hours of direct labor used on each product.

• Leverage: another word for gearing.

• LIFO: Last in first out – a valuation method for fungible items where the newest items are assumed to be used first. Means stocks will be valued at old prices. Not used in certain jurisdictions such as the U.K for tax reasons.

• Limiting or key factor: a factor of production which is in limited supply and therefore constrains output.

• Liquidation: the procedure whereby a company is wound up, its assets realized and the proceeds divided up amongst the creditors and shareholders.

• Liquidity: the ease with which funds can be raised by the sale of assets.

• Liquidity ratios: ratios which purport to indicate the liquidity of a business. They include the current ratio and the acid test ratio.

• Listed companies: companies whose shares are traded on the stock exchange.

• Machine hour rate: a method of absorption of the costs of a cost center where the costs are shared out among the products which use the centre in proportion to the use of machine hours by the relevant products.

• Management accounting: the provision and interpretation of information which assists management in planning, controlling, decision making, and appraising performance.

• Management by exception: control and management of costs and revenues by concentrating on those instances where significant variances by actual from budgets have occurred.

• Manufacturing accounts: financial statements which measure and demonstrate the total costs of manufacturing in a period. They are followed by Trading and Profit and Loss (P&L) Accounts.

• Marginal costing: a system of cost analysis which distinguishes fixed costs from variable costs.

• Marginal cost: the additional cost incurred by the production of one extra unit.

• Margin of safety: the excess of budgeted activity over breakeven activity. Usually expressed as a percentage of budgeted activity.

• Mark-up: gross profit expressed as a percentage of cost of goods sold.

• Matching convention: the idea that revenues and costs are accrued, matched with one another as far as possible so far as their relationship can be established or justifiably assumed, and dealt with in the Profit and Loss (P&L) Account of the period in which they relate. An example is the matching of sales of a product with the development costs of that product. The appropriate periods would be when the sales occur.

• Master budgets: the overall budgets of an enterprise comprising cash budget, forecast Profit and Loss (P&L) Account and forecast Balance Sheet (BS). They are made up from subsidiary budgets.

• Materiality: the accounting convention that recognizes that accounting is a summarizing process. Some items and transactions are large (i.e. material) enough to merit separate disclosure rather than inclusion with others in a lump sum. Examples are an exceptionally large bad debt or an exceptionally large loss on sale of a fixed asset.

• Minority interest: the interests in the assets of a Group relating to shares in group companies not held by the holding company or other members of the group.

• Modified accounts: financial statements which are shortened versions of full accounts. Small and medium sized companies can file these with the Registrar of Companies instead of full accounts.

• Money measurement: the convention that requires that all assets, liabilities, revenues and expenses shall be expressed in money terms.

• Net: usually means after deductions. For example net current assets current assets less current liabilities and net cash flow means cash inflows less cash outflows. Contrast gross.

• Net book value: the valuation on the Balance Sheet of an asset. Also known as the carrying value or written down value.

• Net present value: the value obtained by discounting all cash inflows and outflows attributable to a proposed capital investment project by a selected discount rate.

• Net realizable value: the actual or estimated selling price of an asset less all further costs to completion (e.g. Cost of a repair if it needs to be repaired before sale) and all costs to be incurred before and on sale (e.g. commission).

• NIFO: Next in first out – a pricing policy where costs are collected on the basis that the cost of materials and components is the next input price.

• Nominal value: the face value of a share or debenture as stated in the official documents. Will not usually be the same as the issue price which may be at a premium and which will almost never correspond to actual value.

• Objectivity: the convention of using reliable and verifiable facts (e.g. the input cost of an asset) rather than estimates of ‘value’ even if the latter is more realistic.

• Operating cycle: the period of time it takes a firm to buy inputs, make or market a product and sell to and collect the cash from a customer.

• Opportunity cost: the value of a benefit sacrificed in favor of an alternative course of action.

• Ordinary shares: the equity capital of a company.

• Outsourcing: the use of services (such as administration or computing) from separate outside firms instead of using the enterprise’s own employees.

• Overheads: Indirect cost.

• Overtrading: a paradoxical situation when a company does so much business that stocks and debtors rise leading to working capital and liquidity difficulties.

• Par value: the nominal sum imprinted on a share certificate and which spears on the Balance Sheet (BS) of a company as share capital. It has no significance as a value.

• Payback: the number of years which will elapse before the total incoming cash receipts of a proposed project are forecast to exceed the initial outlays.

• Periodicity: the convention that financial statements are produced at regular intervals usually at least annually.

• Preference shares: shares in which holders are entitled to a fixed rate of dividend (if one is declared) in priority to the ordinary shareholders in a winding up situation.

• Planning variance: a variance arising because the budgeted cost is now seen as out of date. Examples are wage or price rises.

• Prepayments: expenditure already made on goods or services but where the benefit will be felt after the Balance Sheet (BS) date. Examples are rent or rates or insurances paid in advance.

• Price earnings ratio: an investor ratio calculated as – share / earnings per share.

• Prime cost: the direct costs of production.

• Private company: any company that is not a public company.

• Profitability index: in investment appraisal, the net present value of cash inflows / the initial out lays.

• Profit and Loss (P&L) Account: a financial statement which measures and reports the profit earned over a period of time.

• Pro Rata: in proportion to.

• Prospectus: an official document being in advertisement offering shares for sale to the public.

• Provision: a charge in the Profit and Loss (P&L) Account of a business for an expense which arose in the past but which will only give rise to a payment in the future. To be a provision the amount payable must be uncertain as to amount or as to payability or both. An example is possible damages awardable by a court in a future action over a past incident (e.g. a libel).

• Prudence (or conservatism): the convention whereby revenue and profits are not anticipated, but provision is made for all known liabilities (expenses and losses) whether the amount of these is known with certainty or is a best estimate. Essentially future profit, wait until it happens – future loss, count it now.

• Quick ratio: also known as acid test ratio, current assets (except stock) / current liabilities.

• Quoted company: also known as a listed company, a company whose shares are traded on the stock exchange.

• Realizable value: the amount that an asset can be sold for.

• Realization: to sell an asset and hence turn it into cash.

• Realization convention: the concept that a profit is accounted (or when a good is sold and not when the cash is received.

• Receiver: an insolvency practitioner who is appointed by a debenture holder with a fixed or floating charge when a company defaults.

• Redemption: repayment of shares, debentures or loans.

• Redemption yield: the yield given by an investment expressed as a percentage and taking into account both income and capital gain or loss.

• Reducing balance: a method of depreciation whereby the asset is expensed to the Profit and Loss (P&L) Account over its useful life by applying a fixed percentage to the written down value.

• Relevant costs: costs that will only be incurred if a proposed course of action is actually taken. The only ones relevant to an actual decision.

• Relevant range: the range of activity which is likely. Within it variable costs are expected to be linearly variable with output and fixed costs are expected to be unchanged.

• Reporting: the process whereby a company or other institution seeks to inform shareholders and other interested parties of the results and position of the entity by means of financial statements.

• Reserves: a technical term indicating that a company has total assets which exceed in amount the sum of liabilities and share capital. This excess arises from retained profits or from revaluations of assets.

• Resource accounting and budgeting: the use of normal accruals accounting and Balance Sheets in federal / government departments and agencies.

• Retained profits: also known as retentions, the excess of profits over dividends.

• Return on capital employed: a profitability ratio being income expressed as a percentage of the capital which produced the income.

• Return on sales: the ratio of profit to sales expressed as a percentage.

• Returns: the income flowing from the ownership of assets. May include capital gains.

• Revenue: amounts charged to customers for goods or services rendered.

• Revenue expenditure: expenditure that benefits only the current period and which will therefore be charged in the Profit and Loss (P&L) Account.

• Rights issue: an invitation to existing shareholders to subscribe cash for new shares in the company in proportion to their holdings.

• Salvage value: also known as residual value, the amount estimated to be recoverable from the sale of a fixed asset at the end of its useful life.

• Secured liabilities: liabilities secured by a fixed or floating charge or by other operation of law such as hire purchase commitments.

• Securities: financial assets such as shares, debentures and loan stocks.

• Segmental reporting: the practice of breaking down turnover, profits and capital employed into sections to show the separate contributions of each to the overall picture. Segments can be distinct products, geographical areas, or classes of customers, etc.