14 Aralık 2012 Cuma

Elektronik Fatura Kullanma ve Elektronik Defter Tutma Zorunluluğu-Tebliğ Gİ 2012 – 61 -Resmi Gazete Tarihi 14/12/2012

421 SIRA NO'LU VERGİ USUL KANUNU GENEL TEBLİĞİ




Resmi Gazete No 28497

Resmi Gazete Tarihi 14/12/2012

Kapsam



1. Giriş



1.1. Elektronik fatura kullanımına ilişkin usul ve esasları belirleyen ve 5/3/2010 tarihli ve 27512 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği (Sıra No: 397) ile anonim ve limited şirketlerin elektronik fatura oluşturmalarına, alıcısına iletmelerine, muhafaza ve istenildiğinde ibraz etmelerine izin verilmiştir. 28/6/2012tarihli ve 28337 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 397 Sıra Numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Genel Tebliği (Sıra No: 416) ile de 4/1/1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun 232 ncimaddesi kapsamında fatura düzenlemek zorunda olan mükelleflere elektronik fatura uygulamasından yararlanma hakkı tanınmıştır.



1.2. Diğer taraftan, 13/12/2011 tarihli ve 28141 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Elektronik Defter Genel Tebliği (Sıra No:1) ile Vergi Usul Kanunu kapsamında tutulması zorunlu olan defterlerden www.edefter.gov.tr internet adresinde format ve standardı yayımlanan defterlerin elektronik ortamda oluşturulmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenerek elektronik defter kullanımına izin verilmiştir.



1.3. Mükelleflerin vergi kanunlarına uyumlarının artırılması ile kayıt dışılığın izlenerek önlenmesi amacıyla, elektronik fatura kullanma ve elektronik defter tutma zorunluluğu getirilmesi bu Tebliğin konusunu teşkil etmektedir.



2. Yetki



2.1. 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 257 nci maddesinin birinci fıkrasının 1 inci bendinde, Maliye Bakanlığının mükellef ve meslek grupları itibarıyla muhasebe usul ve esaslarını tespit etmeye, aynı Kanuna göre tutulmakta olan defter ve belgeler ile bunlara ilaveten tutulmasını veya düzenlenmesini uygun gördüğü defter ve belgelerin mahiyet, şekil ve ihtiva etmesi zorunlu bilgileri belirlemeye, bunlarda değişiklik yapmaya; bedeli karşılığında basıp dağıtmaya veya üçüncü kişilere bastırıp dağıtmaya veya dağıttırmaya, bunların kayıtlarını tutturmaya, bu defter ve belgelere tasdik, muhafaza ve ibraz zorunluluğu getirmeye veya kaldırmaya, yine aynı Kanuna göre tutulacak defter ve düzenlenecek belgelerin tutulması ve düzenlenmesi zorunluluğunu kaldırmaya yetkili olduğu hükme bağlanmıştır.



2.2. Vergi Usul Kanununun mükerrer 257 nci maddesinin birinci fıkrasının 3 üncü bendinde Maliye Bakanlığının, tutulması ve düzenlenmesi zorunlu defter, kayıt ve belgelerin mikro film, mikro fiş veya elektronik bilgi ve kayıt araçlarıyla yapılması veya bu kayıt ortamlarında saklanması hususunda izin vermeye veya zorunluluk getirmeye, bu şekilde tutulacak defter ve kayıtların kopyalarının Maliye Bakanlığında veya muhafaza etmekle görevlendireceği kurumlarda saklanması zorunluluğu getirmeye, bu konuda uygulama usul ve esaslarını belirlemeye yetkili olduğu hükme bağlanmıştır.



2.3. Öte yandan aynı Kanunun mükerrer 242 nci maddesinin ikinci fıkrası ile Maliye Bakanlığı; elektronik defter, kayıt ve belgelerin oluşturulması, kaydedilmesi, iletilmesi, muhafazası ve ibrazı ile defter ve belgelerin elektronik ortamda tutulması ve düzenlenmesi uygulamasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye, elektronik ortamda tutulmasına ve düzenlenmesine izin verilen defter ve belgelerde yer alması gereken bilgileri internet de dâhil olmak üzere her türlü elektronik bilgi iletişim araç ve ortamında Maliye Bakanlığına veya Maliye Bakanlığının gözetim ve denetimine tâbi olup, kuruluşu, faaliyetleri, çalışma ve denetim esasları Bakanlar Kurulunca çıkarılacak bir yönetmelikle belirlenecek olan özel hukuk tüzel kişiliğini haiz bir şirkete aktarma zorunluluğu getirmeye, bilgi aktarımında uyulacak format ve standartlar ile uygulamaya ilişkin usul ve esasları tespit etmeye, aynı Kanun kapsamına giren işlemlerde elektronik imza kullanım usul ve esaslarını düzenlemeye ve denetlemeye yetkili kılınmıştır. Söz konusu fıkrada ayrıca, Vergi Usul Kanunu ve diğer vergi kanunlarında defter, kayıt ve belgelere ilişkin olarak yer alan hükümlerin elektronik defter, kayıt ve belgeler için de geçerli olduğu; Maliye Bakanlığının, elektronik defter, belge ve kayıtlar için diğer defter, belge ve kayıtlara ilişkin usul ve esaslardan farklı usul ve esaslar belirlemeye yetkili olduğu hükme bağlanmıştır.



3. Elektronik Defter ve Elektronik Fatura Zorunluluğu



3.1. Kapsama Giren Mükellefler



3.1.1. Yukarıda yer verilen yetkilere istinaden Bakanlığımızca aşağıda sayılan mükellef gruplarına elektronik defter tutma ve elektronik fatura uygulamasına dâhil olma zorunluluğu getirilmiştir.



a) 4/12/2003 tarihli ve 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu kapsamında madeni yağ lisansına sahip olanlar ile bunlardan 2011 takvim yılında mal alan mükelleflerden 31/12/2011 tarihi itibariyle asgari 25 Milyon TL brüt satış hasılatına sahip olanlar.



b) 6/6/2002 tarihli ve 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanununa ekli (III) sayılı listedeki malları imal, inşa veya ithal edenler ile bunlardan 2011 takvim yılında mal alan mükelleflerden 31/12/2011 tarihi itibariyle asgari 10 Milyon TL brüt satış hasılatına sahip olanlar.



3.1.2. Bu Tebliğ kapsamında zorunluluk getirilen mükelleflerden mal alan 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli cetvellerde yer alan idare, kurum ve kuruluşlar ile iktisadi kamu kuruluşlarının elektronik fatura uygulamasından yararlanma ve elektronik defter tutma zorunluluğu bulunmamaktadır.



3.1.3. Bu Tebliğ veya 397 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği kapsamında elektronik fatura uygulamasından yararlanan mükelleflerin birbirlerine yapmış oldukları mal teslimi veya hizmet ifaları için elektronik fatura düzenlemeleri zorunludur.



3.1.4. Elektronik Fatura Uygulamasından yararlanan kayıtlı kullanıcıların güncel listesi www.efatura.gov.tr internet adresinden yayımlanacaktır.



3.1.5. Elektronik Fatura Uygulamasından yararlanan mükellefler fatura düzenlemeden önce muhatabın www.efatura.gov.tr internet adresinde yer alan kayıtlı kullanıcı listesine kayıtlı olup olmadığını kontrol edecekler, kayıtlı kullanıcı ise elektronik fatura, kayıtlı kullanıcı değilse kâğıt fatura düzenleyeceklerdir.



3.1.6. Bu Tebliğ kapsamındaki mükelleflerden mal veya hizmet alan ve belirlenen hadlerin altında kalan mükelleflerin de istemeleri halinde elektronik defter ve elektronik fatura uygulamalarından yararlanabilecekleri tabiidir.



3.2. Elektronik Fatura ve Elektronik Deftere Geçiş Süresi



3.2.1. 3.1. bölümde yer alan zorunluluk kapsamına giren mükelleflerin;



a) Elektronik fatura uygulamasına 2013 takvim yılı (1/9/2013 tarihi itibariyle Gelir İdaresi Başkanlığı'na başvurulması gerekmektedir.)



b) Elektronik defter uygulamasına ise 2014 takvim yılı (Elektronik defter yazılımlarını kendi geliştiren mükelleflerin 1/9/2014 tarihi itibariyle elektronik defter test süreçlerini başarı ile tamamlamış olmaları gerekmektedir.)



içerisinde geçmeleri zorunludur.



4. 397 Sıra Numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinde Yapılan Değişiklikler



4.1. 397 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin üçüncü bölümünün son paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.



"Elektronik Fatura uygulamasına kayıtlı olan mükelleflerin birbirlerinden aldıkları mallar ve sağladıkları hizmetler için 1/9/2013 tarihinden itibaren elektronik fatura göndermeleri ve almaları zorunludur. Elektronik fatura uygulamasına kayıtlı olan mükellefler elektronik fatura uygulamasına kayıtlı olmayan mükelleflere yaptıkları mal teslimi ve hizmet ifası için genel hükümler çerçevesinde kağıt fatura düzenlemeye devam edeceklerdir."



4.2. 397 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin 5.1.1. bölümünün ilk paragrafından sonra gelmek üzere aşağıdaki iki paragraf eklenmiştir.



"Bununla birlikte mükellefler, elektronik fatura gönderme ve alma işlemlerini teknik yeterliliğe sahip, Başkanlıktan özel entegrasyon izni almış mükelleflerin bilgi işlem sistemi vasıtasıyla da gerçekleştirebilirler. Özelentegrasyon izni almak isteyen mükellefler e-Fatura Uygulamasına başvuru için gerekli belgelerin yanında özel entegrasyon talebini içeren bir dilekçe ve ekinde Özel Entegrasyon Bilgi İşlem Sistem Raporu (BİS) ile Başkanlığa başvuru yapacaklardır. Özel entegrasyon yapmak isteyen mükelleflerin www.efatura.gov.tr internet adresinde yayımlanan kılavuzlara uygun bilgi işlem altyapısını kurmaları zorunludur. Başkanlık özel entegrasyon yapan mükellefler için ilave yükümlülük belirlemeye ve istediğinde ulusal ve uluslararası standartlara uyma zorunluluğu getirmeye yetkilidir. Mükellefin, elektronik fatura gönderip alma işlemini özel entegrasyon izni alan mükelleflere ait bilgi işlem sistemi vasıtasıyla gerçekleştirmesi, muhafaza ve ibraz ödevlerini ortadan kaldırmaz. Elektronik fatura gönderip alma işleminde kullanılan bilgi işlem sistemi yazılım ve donanım alt yapısının Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ve Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarının geçerli olduğu yerlerde bulunması zorunludur. Özel entegrasyon izni alan mükelleflerin listesi www.efatura.gov.tr internet adresinden yayımlanacaktır.



Bilgi işlem sistemi yurt dışından yönetilen mükelleflerin elektronik fatura uygulamasından entegrasyonyöntemiyle yararlanma konusundaki durumları yapacakları başvuru üzerine Başkanlıkça değerlendirilerek elektronik fatura gönderip almalarına izin verilebilecektir."



4.3. 397 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin 6. bölümünün üçüncü paragrafının sonuna gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.



"Bu yükümlülük, elektronik faturaların üçüncü kişiler nezdinde muhafaza edilmesi durumunda muhafaza eden için de yasal süreler içinde geçerlidir."



4.4. 397 sıra numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliğinin 6. bölümünün dördüncü paragrafı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, beşinci ve altıncı paragraflar eklenmiştir.



"Mükelleflere ait elektronik faturaların yine mükelleflere ait bilgi işlem sistemlerinde saklanması esas olup üçüncü kişiler nezdinde de elektronik saklama yapılabilecektir. Başka mükelleflerden elektronik saklama hizmetinin alınması mükelleflerin elektronik faturalarının muhafaza ve ibraz sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Elektronik faturaların muhafazasının Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde ve Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarının geçerli olduğu yerlerde yapılması zorunludur. Bu zorunluluk yurt dışında ikincil bir arşivleme yapılmasına engel teşkil etmez.



Başka mükelleflere ait elektronik faturaları saklama hizmeti verenler elektronik fatura uygulamasını bilgi işlem sistemlerinin entegrasyonu yöntemiyle kullanmak zorundadır. Elektronik Fatura Saklama Hizmeti verecek mükelleflerin Başkanlığa "Elektronik Fatura Saklama Hizmeti Başvuru Formu ve Taahhütnamesi" ile başvuru yaparak saklama izni almaları zorunludur. Bu amaçla başvuru yapacak mükelleflerin başvuru dilekçesi ekinde Bilgi İşlem Sistem Raporunu (BİS) göndermesi gerekmektedir. Başkanlıktan elektronik fatura saklama hizmeti izni almadan saklama yapılması Başkanlık nezdinde hüküm ifade etmez. Saklama izni alan mükelleflerin listesi www.efatura.gov.tr internet adresinden yayımlanacaktır. Saklama koşulları ve saklama hizmeti verecek mükellefin uyması gereken diğer kurallar www.efatura.gov.tr internet adresinde yayımlanacaktır.



Gerekli görülen durumlarda, elektronik fatura saklama hizmeti verenlerden elektronik fatura bilgilerine ilişkin olarak belirlenecek standartlara uygun üretilecek raporların ibrazı, elektronik fatura saklama hizmeti verenlere ait bilgi işlem sistem veya sistemlerine sürekli erişimin sağlanması sureti ile istenebilir. Bu kapsamda, ifade edilen erişimin sağlanması için kullanılacak yöntem ve teknolojiler ile ibraz yükümlülüğünün yerine getirilmesi ile ilgili süreçler www.efatura.gov.tr adresinde açıklanır. Elektronik fatura saklama hizmeti verenlerin bilgi işlem sistemine erişim ile ilgili yetki, sektör, mükellef veya faaliyet hacimleri itibarıyla kullanılabilir. Başkanlık elektronik fatura saklama hizmeti veren mükellefler için ilave yükümlülük belirlemeye ve istediğinde ulusal ve uluslararası standartlara uyma zorunluluğu getirmeye yetkilidir. Maliye Bakanlığı gerek görmesi halinde, bu Tebliğde belirlenen esaslar ile sınırlı olmak üzere, başka mükelleflere ait elektronik faturaları saklama hizmeti verenlerin bilgi işlem sistemlerini denetleme yetkisine sahiptir."



5. Sorumluluk ve Cezai Yaptırımlar



5.1. 397 Sıra Numaralı Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği kapsamında bilgi işlem sistemlerinin entegrasyonuyöntemiyle elektronik fatura uygulamasından yararlanan mükellefler, sistemlerini kesintisiz 7 gün 24 saat fatura ve ilgili mesajları alabilir ve gönderebilir halde açık tutmak zorundadırlar. Mücbir sebepler dışında bu zorunluluğa uymayan mükelleflerin entegrasyon izinleri iptal edilecek olup, elektronik fatura uygulamasını sadece portalyöntemiyle kullanabileceklerdir.



5.2. Bilgi işlem sistemlerinin entegrasyonu yöntemiyle elektronik fatura uygulamasından yararlanan mükellefler, sistemleri üzerinde yapacakları bakım, onarım, gözden geçirme vb. işlemler nedeniyle sistemlerine erişim kesintiye uğrayacak ise bu kesintiden önceki üç işgünü içerisinde hangi tarihte ve ne kadar süreyle sistemlerinin kesintiye uğrayacağını Gelir İdaresi Başkanlığı'na bildirmekle yükümlüdürler. Kesinti süresi hiçbir surette iki günü aşamaz.



5.3. Elektronik fatura ve elektronik deftere ilişkin olarak bu Tebliğ ile getirilen zorunluluklara uymayanlar hakkında, Vergi Usul Kanununun ceza hükümleri tatbik olunur.



5.4. Elektronik fatura uygulamasına dâhil olma zorunluluğu getirilen mükellefler elektronik fatura uygulamasına kayıtlı olan diğer mükelleflere kâğıt ortamında fatura düzenleyemezler; düzenlemeleri halinde kâğıt ortamında düzenlenen bu faturalar hiç düzenlenmemiş sayılır.



5.5. Elektronik fatura uygulamasına dâhil olma zorunluluğu getirilen mükelleflerin elektronik fatura uygulamasına kayıtlı olan diğer mükellefler tarafından gönderilen elektronik faturaları almaları zorunludur. Bu zorunluluğa uymayan mükellefler hakkında Vergi Usul Kanununun ilgili hükümlerinde belirtilen fatura almayan mükelleflere tatbik olunan cezai hükümlerin uygulanacağı tabiidir.



5.6. Bu Tebliğ ile elektronik defter tutma zorunluluğu getirilen mükellefler kâğıt ortamında defter tutamazlar. Bu mükellefler kâğıt ortamında defter tutmaları halinde hiç defter tutmamış sayılırlar.



6. Yürürlük



6.1. Bu Tebliğ, yayımı tarihi itibarıyla yürürlüğe girer.



Tebliğ olunur.



2 Aralık 2012 Pazar

Geçici Vergi Dönemlerinde En Çok Yapılan Hatalar Ve Uygulamalı Çözüm Yolları

Koray ATEŞ


Serbest Muhasebeci Mali Müşavir

E. Öğretim Görevlisi

korayates@muhasebetr.com





Geçici Vergi Dönemlerinde En Çok Yapılan Hatalar Ve Uygulamalı Çözüm Yolları



Tarih: 14.11.2012

1. GİRİŞ

Günümüzde vergi kanunlarındaki değişikliklerin takibi oldukça dikkat gerektiren bir konu haline gelmiştir. İnternet kullanımının yaygınlaşmasına rağmen elektronik ortamda dahi bunların takibi kolay olmamaktadır. Bu nedenle, devamlı değişen mevzuat karşısında, özellikle de geçici vergi dönemlerinde belli hataların kanun ve değişikliliklerin yeterince takip edilememesi neticesinde tekrarlandığına sıkça şahit olmuşuzdur.

Bu çalışmada, geçici vergi dönemlerinde sıkça yapılan hatalar irdelenecek olup, bunların çözüm yolları üzerinde durulacaktır.



II. ÖZELLİKLİ DURUMLAR

a) Bağış ve Yardımların Giderleştirilmesi ve Vergisel Boyutu

İşletmeler tarafından KVK md.10 çerçevesinde yapılan bağış ve yardımlar ilk yapıldıkları dönemde kayıtlara gider olarak alınmalı ve geçici vergi dönemlerinde Kanunen Kabul Edilmeyen Gider olarak matraha eklenmeli. Zira, yapılan bağış ve yardımlar, KVK. Md 10’da belirtilen kurum ve kuruluşlara yapıldığı tevsik edildiği müddetçe aynı beyannamede bu sefer Kazancın Bulunması halinde İndirilecek İstisna ve İndirimler kısmında vergi matrahından tenzil edilmeli.

Kanunun uygulamasında en çok yapılan hatalardan biri de kanunda sayılan kurum ve kuruluşlara yapılan bağış ve yardımların kurum kazancından indirim konusu yapılması durumunda ticari kazancın yüzde 5’ini geçip geçmediği değerlendirilmeksizin matrahtan indirim konusu yapılmasıdır. Bir başka deyişle kurum kazancı 100 TL iken en fazla 5 TL’lik bağış ve yardım matrahtan indirim konusu yapılacakken bunun dikkate alınmamasıdır.

Uygulama: Barış A.Ş. Anıtkabir derneğine 20.000 TL bağış yardımında bulunmuştur. Anıtkabir derneği kamuya yararlı dernekler listesinde yer almaktadır.

Barış A.Ş. şirketinin,

Dönem ticari kazancı : 100.000 TL

Kanunen Kabul Edilemeyen Giderler : 20.000 TL

İştirak Kazançları : 10.000 TL

Geçmiş Yıl Zararları : 80.000 TL



En çok yapılan hata:

-------------------------------------------/-----------------------------------------------

770 GENEL YÖN.GİD. 20.000

102 BANKALAR 20.000

Anıtkabir derneğine yapılan bağış

-------------------------------------------------------------------------------------------

-------------------------------------------/------------------------------------------------

901 MATRAHA EKLENECEK UNSURLAR 20.000

902 MATRAHA EKLENECEK UNSURLAR 20.000



bağışın KKEG hesabında ayrıca izlenmesi

---------------------------------------------------------------------------------------------

-------------------------------------------/-------------------------------------------------

950 MATRAHTAN İNDİRİLECEK UNSURLAR 20.000

951 MATRAHTAN İNDİRİLECEK UNSURLAR 20.000



Bağışın indirim hesabında takip edilmesi

-----------------------------------------------------------------------------------------------

Görüldüğü üzere şirket tarafından bağış ve yardımın indirilebileceği yüzde 5 matrahın tespiti için hiçbir çalışma yapılmadan bu tutarın tamamı ticari kazançtan indirilmiştir. Oysa aşağıdaki çalışmanın yapılması gerekmektedir.

100.000 + 20.000 = 120.000 TL Mali Kar

120.000 TL – 10.000 – 80.000 = 30.000 TL

Dolayısıyla Barış A.Ş. şirketi 30.000 TL’nin yüzde 5 i olan en fazla 1.500 TL bağış ve yardımı beyanname üzerinden indirim konusu yapabilir. Böylece kurum kamuya yararlı bir derneğe 20.000 TL bağış yaptıysa bunun sadece 1.500 TL’sini beyannameden indirim konusu yapabilir.



Doğru uygulama:

-------------------------------------------/---------------------------------------------

770 GENEL YÖN.GİD. 20.000

102 BANKALAR 20.000

Anıtkabir derneğine yapılan bağış

------------------------------------------------------------------------------------------

-------------------------------------------/----------------------------------------------

901 MATRAHA EKLENECEK UNSURLAR 20.000

902 MATRAHA EKLENECEK UNSURLAR 20.000



bağışın KKEG hesabında ayrıca izlenmesi

-------------------------------------------------------------------------------------------

-------------------------------------------/-----------------------------------------------

950 MATRAHTAN İNDİRİLECEK UNSURLAR 1.500

951 MATRAHTAN İNDİRİLECEK UNSURLAR 1.500



Bağışın indirim hesabında takip edilmesi

----------------------------------------------------------------------------------------------

b) Borç ve Alacaklı Hesapların Değerlemesi ve Fatura Tanzimi

105 Sıra No’lu Katma Değer Vergisi Genel Tebliği’ne göre bedelin döviz cinsinden veya dövize endekslenerek ifade edildiği işlemlerde, bedelin kısmen veya tamamen vergiyi doğuran olayın vukuu bulduğu tarihten sonra ödenmesi halinde, satıcı lehine ortaya çıkan kur farkı esas itibariyle vade farkı mahiyetinde olduğundan, matrahın bir unsuru olarak vergilendirilmesi gerekmektedir. Böylece, geçici vergi dönemlerinde herhangi bir ödeme veya bedel tahsil etmeksizin yapılan değerlemelerde fatura tanzimi ihtiyari olup ödemenin gerçekleştiği anda faturanın KDV’li tanzim edilmesi gerekmektedir.

Örnek Uygulama;

Örneğin, 18.01.2008 tarihinde 12.000 Euro + 2.160 Euro KDV bedelli Ticari Mal alındığı varsayımı altında söz konusu işleme ilişkin kayıtlar şöyle olacaktır (1 Euro = 1,900 TL).



12.000 x 1,900 = 22.800 TL (Mal Bedeli)

2.160 x 1,900 = 4.104,00 TL (KDV)

-----------------------------------------18.01.2008------------------------------------------------



153 Ticari Mallar Hs. 22.800,00

191 İnd.KDV Hs 4.104,00

320 Satıcılar Hs 26.904,00

- 01.03 X A.Ş.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------

Söz konusu faturanın vadesinin 95 gün olduğunu ve 05.04.2008 tarihinde faturanın ödeneceği ve ilk geçici vergi döneminde Euro’nun 1=1,950 TL olduğu varsayımı altında aşağıdaki işlemler yapılacaktır.

31.03.2008 Geçici Vergi Dönemi: 14.160 Euro x 1,950 = 27.612 TL, böylece

( 27.612 – 26.904 = ) 708 TL kur zararı oluştuğundan kayıtlar şu şekilde olmalıdır.

-----------------------------------31.03.2008-----------------------------------------------------



656 Kambiyo Zararları Hs. 708

320 Satıcılar Hs 708

- 01.03 X A.Ş.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------

Faturanın ödeme vadesinde, yani 05.04.2008 tarihinde döviz kurunun (MB Döviz alış kurunun) 1 Euro = 1,975 TL olduğu varsayımı altında sırasıyla aşağıdaki işlemler yapılmalıdır.

05.04.2008 Ödeme günü : 14.160 Euro x 1,975 = 27.966 TL. Böylece;

27.966 – 26.904 = 1.062 TL toplam kur zararı oluşmaktadır. Böylece, karşı firma tarafımıza 1.062 TL üzerinden iç yüzde yöntemiyle KDV de hesaplayarak kur farkı faturası düzenlenmelidir.

Ancak düzenlenen faturanın 1.062 – 708 = 354 TL’sinden daha önce iç yüzde ile bulunan KDV tutarının düşülmesinden sonra kalan kısmının gider olarak kayıtlara alınması gerekmektedir.

Buna göre düzenlenen faturanın matrahı; 900 TL olmalı, KDV’si ise 162 TL hesaplanmalıdır.

(1.062 / 1.18 = 900 İç yüzde yöntemiyle KDV matrahı olup KDV’si 162 TL’dir)

------------------------------------------05.04.2008-----------------------------------------



656 Kambiyo Zararları Hs. 192

191 İnd. KDV Hs. 162

320 Satıcılar Hs 354

- 01.03 X A.Ş.

--------------------------------------------------------------------------------------------------

------------------------------------- 05.04.2008----------------------------------------------



320 Satıcılar Hs 27.966

- 01.03 X A.Ş.

102 Bankalar Hs. 27.966

- .01.01 Y Bankası

Borcumuzun tamamının ödenmesi

-------------------------------------------------------------------------------------------------

c) Geçmiş Yıl Zararlarının Tenzili.

Bazı işletmeler geçmiş yıllarda oluşan ve beyannamede gösterilen mali zararlarını sadece ilk geçici vergi dönemlerinde matrahtan tenzil etmektedir. Oysaki, geçici vergi beyannameleri kümülatif matrahtan ibaret olduğundan dolayı sadece ilk geçici vergi döneminde değil, her dönem geçmiş yıl mali zararları matrahtan tenzil edilmesi gerekmektedir.

d) Ar-Ge İndiriminin Beyannamede Gösterilmesi.

Ar-Ge indirimi Zarar Olsa Dahi İndirilecek İstisna kapsamındadır. Örneğin, Ar-Ge harcamasından belli bir süre sonra vazgeçildiğinde söz konusu harcamalar doğrudan gider yazılabilir. Ayrıca, 2008 yılına ilişkin 1. geçici vergi döneminde yapılan Ar-Ge harcamalarının %40’ı, 2. 3. ve 4. döneme ait Ar-Ge harcamalarının ise %100’ü beyanname üzerinde matrahtan tenzili yapılabilecektir.

e) Serbest Bölgede Dövizli Olarak Tutulan Hesaplarda Kanunen Kabul Edilmeyen Giderlerin Değerlemesi.

Bunu bir örnek ile açıklamak gerekirse;

Örneğin, serbest bölgede 1. geçici vergi döneminde 1.250 $ Kanunen Kabul Edilmeyen Gider mevcut olsun. Bunun değerlemesi, geçici vergi beyannamesinin verileceği ayın ilk gününün döviz kuru ile değerlenir. Yani, Mayıs ayının ilk gününün MB Döviz Alış kuru üzerinden değerlenecektir.

Diğer hesapların değerleme tarihi ise normal olarak değerleme tarihlerine esas olan 30.06-30.09-31.12 tarihli kurlar olacaktır.

f) Serbest Bölgede Şubesi Olan İşletmelerde 393 Nolu Hesabın Kur Değerlemesine Tabi Olup Olmadığı.

Yurt dışında veya Türkiye’deki serbest bölgelerde kurulan şubelere resmen tahsis edilmiş olan “sermaye” iştirak niteliğindedir. Bu nedenle, söz konusu sermayenin 242 nolu hesapta izlenmesi gerekir. Bu hesap, dönem sonlarında kur değerlemesine tabi tutulmaz. Şube, şayet kapatılır ve sermaye geri gelirse kur farkı o zaman ortaya çıkar ve sermaye geri geldiği dönemde gelir tablosuna dâhil edilir.

g) Telefon, Elektrik, Su ve Doğalgaz Faturalarının Geç Ödenmesi Halinde Uygulanan Gecikme Zammının Gider Olarak Kayıtlara Alınıp Alınmayacağı.

Bir çok kurum ve kuruluş, elektrik, su ve doğalgaz faturalarının gecikme bedellerini kanunen kabul edilmeyen gider olarak kayıtlarına almaktadır. Ancak, Maliye Bakanlığı’nın 14.06.2001 tarih ve 32996 Sayılı Özelgesi ile bu tür faturaların gecikme zamlarının da gider olarak kayıtlara alınabileceği yönündedir.

h) Geçici Vergi Beyannamesinde “Mahsup Edilecek Tevkifat Tutarının” Hesaplanması.

193 No’lu hesapta takip edilen kaynağında kesilmiş olan vergiler yani bankalar tarafından yapılan stopajlar her geçici vergi döneminde 193 nolu hesaptaki tutarın tamamı değil, son üç ayda hesaplanan tutarların mahsubu yapılacaktır. Örneğin, 3. geçici vergi döneminde 193 nolu hesabın bakiyesi 25.000 TL, ancak, BANKALARCA KESİLEN STOPAJLARA AİT KISIM Haziran-Temmuz-Ağustos dönemi itibariyle 8.000 TL olduğunu düşündüğümüzde mahsup edilecek tevkifat tutarı 3. dönem geçici vergi beyannamesinde 8.000 TL olacaktır.

i) Stoklar.

Geçici vergi dönemlerinde sıkça yapılan hatalardan biri de satılan ticari mal/mamul/hizmetin tam olarak belirlenmemesidir. Bunun en sağlıklı yolu ise her geçici vergi döneminde stok sayımının yapılmasıdır.

İşletmenin; Dönembaşı stok tutarı + Dönemiçi alışlar – Alıştan İadeleri tutar olarak kayıtlarında bulunmaktadır. Bunu, bir örnek yardımıyla açıklamak daha doğru olacaktır;

Dönembaşı mal mevcudu: 15.000 TL

Dönem içi Alışlar: 150.000 TL

Alıştan İadeler: 2.500 TL

Dolayısıyla işletmenin 1. geçici vergi döneminde 153/150 hesabın bakiyesi (15.000+150.000-2.500=)162.500 TL olacaktır. Aynı gün yapılan stok sayımında ise 31.03 itibariyle 35.000 TL’lik mal mevcudu bulunsun.

Bu takdirde işletmenin satılan ticari mal/mamul maliyeti (162.500 – 35.000 =) 127.500 TL olacaktır.

j. Kıst Dönem Faiz Gelirinin Hesaplanması ve Gelir Tahakkuku.

Bunu uygulamalı bir örnek yardımıyla açıklayacak olursak;

Şirket 1.000.000 TL tutarında mevduatını yüzde 19,50 faiz oranı üzerinden 01.01.2008-31.07.2008 (7 ay) vadeli mevduat hesabına yatırmıştır. Geçici vergi dönemi kayıtları aşağıdaki gibi olacaktır.

Faiz = A x N x T /36500

Birinci dönem geçici vergi faiz hesaplaması:1.000.000 x 90 x 19,50 / 36.500

48.082,19 TL

--------------------------------31.03.2012-----------------------------------------

181 Gelir Tahakkukları 48.082,19

642 Faiz Gelirleri 48.082,19

Kıst dönem (1.dönem) faiz geliri ve tahakkuk kaydı

-----------------------------------------------------------------------------------------

İkinci dönem geçici vergi faiz hesaplaması:1.000.000 x 90 x 19,50 / 36.500

48.082,19TL

-------------------------------30.06.2012------------------------------------------

181 Gelir Tahakkukları 48.082,19

642 Faiz Gelirleri 48.082,19

Kıst dönem (2.dönem) faiz geliri ve tahakkuk kaydı

-------------------------------------------------------------------------------------------

Vade bitiminde hesaplanacak kıst faiz:1.000.000 x 30 x 19,50 / 36.500

16.027,39 TL

---------------------------------30.07.2012----------------------------------------

181 Gelir Tahakkukları 16.027,39

642 Faiz Gelirleri 16.027,39

Kıst dönem (vade bitimi) faiz geliri ve tahakkuk kaydı

----------------------------------------------------------------------------------------

Böylece şirketin elde ettiği toplam faiz geliri 112.191,77 TL olup, %15 stopajı 16.828,76 TL düşüldükten sonra net faiz geliri 95.363,01 TL’dir. Kayıtları aşağıdaki gibi olacaktır;

----------------------------------------30.07.2012------------------------------------

102 Bankalar 95.363,01

193 Peş.Öd.Ver. 16.828,76

181 Gelir Tahakkukları 112.191,77

-------------------------------------------------------------------------------------------



Anonim ve Limited Şirket Hissesi Devrinde İnce Noktalar

Anonim ve Limited Şirket Hissesi Devrinde İnce Noktalar


Bu makale Yaklaşım Dergisi’nin Ekim 2010 sayısında yayınlanmıştır.
Prof. Dr. Şükrü KIZILOT

Anonim ve Limited Şirket Hissesi Devrinde İnce Noktalar

Prof. Dr. Şükrü KIZILOT, Gazi Üniversitesi, İİBF Öğretim Üyesi, Maliye Bölümü Başkanı

I- GİRİŞ

Ülkemizdeki anonim ve limited şirketlerin büyük kısmı, “aile şirketi” olarak kuruluyor.

Limited şirketler genellikle iki ortaklı olarak kuruluyor. Yüzde 99 hisse şirketi yöneten kişiye, yüzde 1’i de eşi, çocuğu, kardeşi ya da anne-babasından birine ait oluyor.

Anonim şirketlerde de ortaklar ve yönetim kurulu üyeleri genellikle aile bireylerinden oluşuyor.

Böyle olunca şirketin kuruluşu, yönetimi, karar alınması, hisse devri, sermaye artırımı gibi konularda, çoğu kez kurallara dikkat edilmiyor.

Bir süre sonra da hukuki ve mali sorunlar, arka arkaya geliyor hatta bazı durumlarda ortaklar arasında, ciddi ihtilaflar ortaya çıkabiliyor.

Bu yazımızda, özellikle şirket hissesi devrinde dikkat edilecek hususlara, yapılacak bazı işlemlere ve olayın vergilendirme yönüne yer verilecektir.

II- HİSSE DEVRİ

A- LİMİTED ŞİRKETLERDE

- Limited şirketlerde, ortağın sermaye payını devri yani hisse devri, noterde düzenlenen devir sözleşmesi ile yapılabiliyor (TTK md. 520/5).

- Hissenin devredilebilmesi için ortakların en az dörtte üçünün onayı ve bunların esas sermayenin en az dörtte üçüne sahip olması gerekiyor (TTK md. 520/2).

- İmzaları noter tarafından tasdik edilmiş devir sözleşmeleri ile devre muvafakat edildiğini gösteren ortaklar kurulu kararının, noter tasdikli bir örneğinin ticaret sicili memurluğuna verilmesi gerekiyor (TTK md. 519).

- Ortağın şirketteki sermaye payını yani hissesini devretmesi durumunda, payı devreden ve devralan şahıslar, devir öncesine ait kamu alacaklarının örneğin vergi borcunun şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan kısmından, sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar (6183 sayılı Yasa md. 35).

- Çok kişi, limited şirketteki sermaye payını noterden devrettikten sonra işlem tamamlanmış zannediyor. Oysa ortakların muvafakatı ile birlikte, devir sözleşmesi ticaret sicili memurluğuna tescil için verilmediği sürece, devir hukuken gerçekleşmiş sayılmıyor(1). Özellikle vergi ve sigorta primi borçlarından sorumlu olmadan dolayı, olayın bu yönüne dikkat edilmesinde yarar var(2).

B- ANONİM ŞİRKETLERDE(3)

1- Hisse Senedi Olmadığı Durumlar

Anonim şirketlerde, hisse senedinin ihraç edilmediği durumlarda, “hisse devri” işleminin nasıl yapılacağı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı İç Ticaret Genel Müdürlüğü’nce ticaret sicil memurluklarına gönderilen bir genelge(4) ile aşağıdaki gibi açıklanmıştır.

Anonim şirketlerde; nama veya hamiline hisse senedi ihraç edilmediği durumlarda;

- İmzaları noter tarafından tasdik edilmiş devir sözleşmesi ile

- Devre muvafakat edildiğini gösteren yönetim kurulu kararının, noter tasdikli örneğinin

ticaret sicil memurluklarına verilmesi gerekiyor.

Aksi halde, yapılan işlemler hukuken geçersiz olur. Ortak olmayan bir kişi yönetim kuruluna seçilebilir. Ancak seçildikten sonra kendisine hisse devri yapılması, bunun da “pay defteri”ne işlenip, taraflarca imzalanması gerekiyor. Ticaret sicili memurluğunun ise yönetim kurulu üyesi olan ortağın, hissedar olduğuna dair devir sözleşmesini aldıktan sonra, durumu tescil ve ilan etmesi gerekiyor. Aksi halde yapılan tescil işleminden dolayı ticaret sicili memurluğunun da hukuki sorumluluğu söz konusu olur.

2- Hisse Senedi İhraç Edildiği Durumlar

Bununla ilgili esaslar, Türk Ticaret Kanunu’nun 415 ve 416. maddelerinde yer alıyor.

a- Hamiline Yazılı Senetler

Madde-415: Hamiline yazılı hisse senetlerinin devri şirket ve üçüncü şahıslar hakkında ancak TESLİM ile hüküm ifade eder.

b- Nama Yazılı Senetler

Madde-416: Nama yazılı hisse senetleri, esas mukavelede aksine hüküm olmadıkça devrolunabilir.

Devir ciro edilmiş senedin (ya da geçici ilmühaberin) DEVRALANA TESLİMİ ile olur. Şu kadar ki; devir, şirkete karşı ancak pay defterine kayıtla hüküm ifade eder.

Türk Ticaret Kanunu’nun 417. maddesine göre de hisse senedini teslim alan kişi, bunu pay defterine kayıt ettirdiğinde “ortak sıfatına haiz” olabiliyor.

Anonim şirketlerde limited şirketlerin aksine (yönetim kurulu üyesi olmayan), ortakların, şirketin vergi ve sigorta borçları nedeniyle 1 TL dahi sorumlulukları yok. Yönetim kurulu üyesi ortakları ise, anonim şirketin mal varlığından tahsil edilemeyen ya da tahsil edilemeyeceği anlaşılan kamu alacaklarından dolayı, şahsi mal varlıklarıile sorumlular (6183 sayılı Kanun mükerrer md. 35).

III- ŞİRKET HİSSESİ DEVRİNDE VERGİ

A- ANONİM ŞİRKET ORTAĞI

1- Hisse Senedi Bastırılmamışsa

Anonim şirket ortağı, hissesini kaç yıl sonra ve kime satarsa satsın, bundan doğan kazanç “Değer artışı kazancı”olarak, gelir vergisine tabi (GVK mükerrer md. 80/4).

Vergilendirme sırasında, iktisap (edinme) bedeli, hisselerin elden çıkarıldığı ay hariç olmak üzere, Türkiye İstatistik Kurumu’nca belirlenen TEFE (01.01.2006 tarihinden itibaren ÜFE) endeksindeki artış oranında artırılarak tespit ediliyor.

Endekslemenin yapılabilmesi için artış oranının % 10 veya üzerinde olması gerekiyor (GVK mükerrer md. 81/son).

Elde edilen kazancın, 2009’da 7 bin 600, 2010’da ise 7 bin 700 lirası gelir vergisinden müstesna oluyor. Aşan kısım da gelir vergisine tabi tutuluyor (GVK mükerrer md. 80).

2- Hisse Senedi Bastırılmışsa

Olay değişiyor. İki yıldan fazla süre ile elde tutulan hisse senetlerinin, elden çıkartılmasından doğan kazanç, tutarı ne olursa olsun, gelir vergisine tabi değil (GVK mük. md. 80/1). Örneğin, Abdi Bey Amca, 25 Temmuz 2008’de 250 bin TL’ye edindiği hisse senedini, 3 Ağustos 2010’da 900 bin TL’ye satmışsa, aradaki 650 bin TL kazanç nedeniyle, beyanname vermeyecek ve hiç vergi ödemeyecek. Aynı hisse senedi 2009’da edinilmiş olsaydı, 2010’da satışından doğan kazanç gelir vergisine tabi olacaktı(5).

3- İlmühaber Bastırılması

İlmühabarler de hisse senedi olarak kabul ediliyor (Bkz. Türk Ticaret Kanunu md. 411 ve 232 No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği).

Bu nedenle, ilmühaberlerin elden çıkartılması da hisse senetlerinin elden çıkartılması gibi değerlendiriliyor.

4- Borsa Kazançları

Gerçek kişilerin, hisse senedi satış kazancı, tutarı ne olursa olsun süre sınırlaması da olmaksızın yani bir ay sonra elden çıkarılsa dahi gelir vergisine de stopaja da tabi değil.

B- LİMİTED ŞİRKET

Limited şirketlerde, hisse senedi ya da ilmühaber çıkartılamadığı için, şirket hissesi ne zaman satılırsa satılsın, bundan doğan kazanç “değer artışı kazancı” olarak gelir vergisine tabi tutuluyor (GVK mük. md. 80/4). Kazancın hesaplanmasında, hissenin iktisap (edinme) bedeli, (hisse senedi ya da ilmühaber bastırılmamış A.Ş. hisselerinde olduğu gibi) endekslemeye tabi tutuluyor ve aynı istisna uygulanıyor.

Bu arada, ilginç bir yasa ve uygulama; limited şirketlerde, çoğunluk hisseye örneğin yüzde 99 hisseye sahip olan ortak, diğer ortağın yazılı onayı olmadan, hissesini ya da hissesinin bir kısmını, eşine ve çocuğuna dahi satamıyor.

C- KDV DURUMU

1- Hisse Senedi Satışı

KDV Yasası’na göre, hisse senedi satış işlemi KDV’ye tabi değil. İncelendiğinde de fark edileceği gibi, KDV Kanunu’nun 17/4-g maddesinde, “hisse senedi” satışlarının, KDV’den müstesna olduğu açıkça belirtiliyor. Geçici ilmühaber ile yapılan satışlar da hisse senedi olarak kabul ediliyor(6).

2- Hisse Senedi ya da İlmühaber Bastırılmamışsa

İştirak hissesinin satışı; anonim ya da limited şirketlerin, eshamlı (sermayesi paylara bölünmüş) şirketlerin komanditer ortaklarına ait ortaklık payları, iş ortaklıkları ya da adi ortaklıklara iştiraki olması fark etmez. İştirak edilen anonim şirketin, hisse senedi ya da ilmühaberi bastırılmamışsa, edinme tarihinden itibaren iki yıl içinde satılan hisse, yüzde 18 KDV’ye tabi(7). Limited şirket ya da başka bir şirkete ait iştirakin, edinme tarihinden itibaren iki yıl içinde elden çıkartılması yine yüzde 18 KDV’ye tabi (KDVK md. 17/4-r).

IV- SONUÇ

Yukarıda yapılan açıklamalardan da fark edileceği gibi, anonim ve limited şirketlerde hisse devri konusu, hem hukuki boyutuyla hem de vergilendirme yönüyle, son derece önemli.

Devir işlemlerinde, gerek Türk Ticaret Yasası’nda, gerekse vergi yasalarında yer alan düzenlemelere ve diğer ilgili mevzuata dikkat edilmemesi, ileride çok ciddi sorunların yaşanmasına neden olabilir.

……………………………………………………………………………..

(1) Şükrü KIZILOT, “Şirket Hissesi Devrinde Aman Dikkat”, Hürriyet, 22.09.2010, s.11

(2) Bu konuda Bkz. Levent YARALI, Limited Şirketin Kamu Borçlarından Müdürlerin ve Ortakların Sorumluluğu, Yaklaşım Yayıncılık, Ankara, 2010.

(3) Bu konuda geniş bilgi ve ayrıntılı açıklama için ayrıca Bkz. Mehmet MAÇ-Cüneyt BÜYÜKYAKA, “Anonim Şirketlerde Hisse Devrinin Geçerli Olması İçin Gerekli Hukuki Şartlar ve İşlemler”, Lebib Yalkın Mevzuat Dergisi, Sayı:79, Temmuz 2010.

(4) 18.12.1998 tarih ve TSM-001-251 sayılı Genelge.

(5) Şükrü KIZILOT, “Şirket Hissesi Devrinde Vergi Sürprizi”, Hürriyet, 23.09.2010, s.13.

(6) A. Bumin DOĞRUSÖZ, “Anonim Şirket Hisselerinin Devrinde Vergileme”, Yaklaşım, Ekim 2009, s.17-18; Akın Gencer ŞENTÜRK, “Hisse Senedi (ve İlmühaber) Satış ve Teslimlerinde, KDV Kanunu’nda Yer alan Üç Farklı Hükmün Hangisinin Uygulanacağı”, Yaklaşım, Aralık 2009, s. 182-184; Abdullah TOLU, “İştirak Hissesi Satışlarında KDV İstisnası”, Yaklaşım, Aralık 2006, s. 204-206; 232 No.lu Gelir Vergisi Genel Tebliği, 1 No.lu KDV Genel Tebliği VI/F-4/f bölümü, MB’nin, 27.11.2006 tarih ve 0935085 sayılı Özelgesi (Özelge’nin tam metni için Bkz. Şükrü KIZILOT, Danıştay Kararları ve Özelgeler, Cilt:8, Ankara, 2008, s.1168-1169).

(7) Bu konuda kapsamlı bilgi için Bkz. Şükrü KIZILOT, Katma Değer Vergisi Kanunu ve Uygulaması, Yaklaşım Yayınları, Genişletilmiş 5. Baskı, Ankara, 2010; Ayrıca Bkz. Nuri DEĞER, Açıklamalı ve Uygulamalı Katma Değer Vergisi Kanunu, Genişletilmiş 3. Baskı, Yaklaşım Yayınları, Ankara, 2009.

Kategori: Makale

Etiketler: Şükrü Kızılot

Şükrü Kızılot: Hisse Devrinde KDV

Şükrü Kızılot: Hisse Devrinde KDV




BAŞLIKTA “komedi” deyimini kullandık çünkü anonim şirketlerde hisse senedi ya da geçici ilmühaberle yapılan hisse devri zaten KDV’ye tabi değildi.



DANIŞTAY DOĞAN'A 1.4 MİLYAR DOLARLIK VERGİ VE CEZAYI DONDURDU



KDV Kanunu’nda hisse senedi devrinin KDV’ye tabi olmadığı, Türk Ticaret Kanunu’nda da geçici ilmühaberin hisse senedi yerini aldığı açıkça yazılı olmasına rağmen, yasalar hiçe sayılmış ve yorum yoluyla anonim şirket hisse devirleri, KDV’ye tabi tutulmuştu.

Hani adama sormuşlar ya “Abdestsiz namaz kılınır mı?”

O da demiş ki; “Ben kıldım oldu”

İşte onun gibi bir şey olmuştu!..



DANIŞTAY KARARI



Danıştay Dokuzuncu Dairesi, anonim şirket hisselerinin devrinde KDV alınması ile ilgili uygulama hakkında “yürütmeyi durdurma” kararı verdi.

Danıştay Dokuzuncu Dairesi 25 Kasım 2010 Tarih ve Esas No:2010/10221 sayılı kararı ile;

- Türk Ticaret Kanunu’nun 411 ve devamı olan maddelerinde yer alan “Geçici ilmühaberin hisse senedi yerini aldığı” hükmü ve hisse devri ile ilgili diğer düzenlemeler,

- KDV Kanunu’nun 17/4-g maddesinde yer alan hisse senetlerinin ortaklık payı olarak satış, devir ve teslimlerinin KDV’den istisna edilmiş olması ile ilgili hükmün değerlendirilmesi sonucu,

hisse devrinin KDV’ye tabi tutulması ile ilgili vergi ve cezalar hakkında teminat aranmaksızın yürütmenin durdurulmasına, oybirliğiyle karar verdi.



OLAY NEYDİ?



2009 yılı Eylül ayında, anonim şirkete ait hisselerin geçici ilmühaberle devri işleminin, KDV’ye tabi tutulup milyarlarca liralık vergi ve ceza istenilmesi kafaları karıştırmış, iş dünyasında adeta panik yaratmıştı.

Yasa hükmünün aksine olan bu uygulama, iş dünyasının kafasını iyice karışmıştı. İş adamlarının bir kısmı şaşkın vaziyette, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışıyor, bir kısmı da (adının gizli tutulmasını isteyerek) panik halinde “Bize de mi ceza gelecek?” diye soruyorlardı.

Olayı, siyasi ya da başka bir polemiğe girmeden, konunun uzmanı bir akademisyen olarak “maliye profesörü” kimliğimle, tartışmalardan uzak bir şekilde, 10 Eylül 2009 tarihli yazımda, teknik yönleriyle açıklamış “Paniğe kapılmaya gerek yok, bu tür olaylar yargıdan döner” demiştim. Nitekim öyle de oldu... Bu arada, merak eden herkesin de araştırıp kontrol edebilmesi için her açıklamamın dayanağını da özellikle belirtmiştim.



YASAYA GÖRE KDV YOKTU



Bir şirketin, bir başka şirkete ait hisse senedini elden çıkarması, KDV’den istisna. Daha açık bir anlatımla, bu olayda KDV yok. Nerede mi yazıyor? KDV Kanunu’nun 17/4-g maddesinde yazıyor. Dikkatle okuyoruz; “..elmas, pırlanta, yakut, zümrüt, HİSSE SENEDİ, tahvil” teslimi KDV’den müstesna tutuluyor.



HİSSE SENEDİ VE İŞTİRAK HİSSESİ



Bu olayda bir de “iştirak hissesi” tartışması var. KDV Yasasını dikkatle incelediğimizde, Madde 17/4-g’de “hisse senedi” ile ilgili ÖZEL BİR HÜKMÜN yer aldığı, Madde 17/4-r’de ise “iştirak hisseleri” ile ilgili GENEL BİR HÜKMÜN bulunduğu fark ediliyor.

İştirak hisseleri, hisse senetlerini de kapsayan genel bir deyim. Ancak özel bir hükümle hisse senetlerinin KDV’den müstesna olduğu yasada belirtilmiş. Bu duruma göre, hisse senetleri dışındaki iştirak hisselerinin (örneğin; limited şirketlere ait ortaklık payı, eshamlı komandit şirketlerin komanditer ortaklarına ait ortaklık payları, iş ortaklıkları, adi ortaklıklara ait ortaklık payları, anonim şirketlerin hisse senedi ya da ilmühabere bağlanmamış ortaklık paylarının) 2 yıl içinde elden çıkartılması KDV’ye tabi olacak, hisse senetlerinin elden çıkartılması ise elde tutulma süresine bakılmaksızın, KDV’den müstesna tutulacak.



TİCARET KANUNU İLMÜHABERİ HİSSE SENEDİ YERİNİ TUTUYOR



Türk Ticaret Kanunu’na bakıyoruz: 411. maddesinde “ilmühaberler” başlıklı özel bir düzenleme var.

Dikkatle okuyoruz;

“Madde 411 Nama yazılı hisse senetleri yerini tutmak üzere çıkarılan ilmühaberlerin, nama yazılı olması lazımdır. Bunların devri nama yazılı hisse senetlerinin devrine ait hükümlere tabidir.”

Görüldüğü gibi, Türk Ticaret Kanunu’nda da ilmühaberlerin, hisse senedi yerini tuttuğu açık ve net olarak belirtiliyordu.

O halde ortada yasa hükmü varken, yorum yolu ile ilmühaberlerin hisse senedinin yerini tutmayacağını iddia etmek hukuken mümkün değildi.



PEKİ SORUN NEYDİ?



Şimdi diyeceksiniz ki “Buraya kadar olay anlaşıldı. Peki sorun neydi?”

Sorun şuydu; birkaç inceleme elemanı “Geçici ilmühaber, hisse senedi olarak kabul edilmez, bu nedenle teslimi yüzde 18 KDV’ye tabidir” diye iddia ediyor. Ardından da bu gerekçeyle düzenlenen rapora istinaden milyarlarca lira KDV ve vergi ziyaı cezası (gecikme faizi hariç) isteniyordu. “İlmühaber yerine hisse senedi bastırılmış olsa bu vergi ve cezalar istenmeyecekti” deniliyor. Yani biçimsel bir olayla ilgili, yorumun faturası bu!..



DOĞRUSU NEYDİ?



Bu olay üzerine paniğe kapılan yüzlerce iş adamı aramış ve “Hocam, sizin yazıları kesip saklıyoruz. Biri altı yıl diğeri de üç yıl önce, geçici ilmühaber hisse senedi yerine geçer, diye yazmıştınız. Şimdi kafamız karıştı doğrusu ne?” diye sormuştu.

Bize göre, olay çok açık ve netti.

Yasa ne diyorsa oydu... Birlikte bakalım:

1- Türk Ticaret Kanunu diye bir kanun var. Bu Kanun’un 411. maddesinde, “Geçici ilmühaber hisse senedinin yerini alır” diye net olarak yazıyor. Anlamak için okur-yazar olmak bile yeterli. Türkiye bir hukuk devleti, ortada açık ve net bir kanun hükmü varsa, yoruma itibar edilmez.

2- Maliye Bakanlığı’nın 232 No’lu Gelir Vergisi Genel tebliği var. Maliye Bakanlığı da bu tebliğinde, “İlmühaber, hisse senedi yerine geçer” diye açık ve net bir açıklama yapıyor.

3- Maliye Bakanlığı’nın “mukteza (özelge)” diye adlandırılan, yazılı açıklamaları var. Hem de bir sürü... Hepsinde de “Geçici ilmühaber, hisse senedi yerine geçer. Geçici ilmühaberin teslimi KDV’ye tabi olmayacaktır” deniliyor.

4- Yargıtay’ın Hukuk Genel Kurulu Kararı var. Yargıtay’da “İlmühaber, hisse senedinin yerine geçer” diyor (Örneğin; Yarg.HGKK. 4 Temmuz 2007 tarih ve E.2007/13-332, K.2007/446).

5- Danıştay da “İlmühaber, hisse senedi yerine geçer” diyor (Dn.7.D.14.12.1999 Tarih ve E.1999/70,K.1999/4120).

Yukarıda 5 madde halinde, “ilmühaberin hisse senedi yerine geçtiğini ve KDV’den müstesna olduğunu” hepsinin de dayanağını göstererek açıkladık.

Zaten, bu güne kadar bir tek yetkili ya da uzman ortaya çıkıp da “Efendim, bu konuda yasa maddesi, tebliğ ve kararların olduğu iddiası doğru değil. Geçici ilmühaber hisse senedi yerine geçmez” demedi daha doğrusu diyemedi.

Daha ötesi, Özelleştirme İdaresi de çok sayıda şirketi ilmühaberle devretti.

Görüldüğü gibi, olay çok açık ve netti.



İYİ Kİ YARGI VAR



Yukarıdaki açıklamaları ve dayanağı olan yasa maddelerini, yargı kararlarını, Maliye’nin tebliğlerini ve özelgelerini okuyunca;

“Gözlerime inanamıyorum. Bütün bunlara rağmen nasıl KDV alınır?” dediğinizi duyar gibiyim.

Haklısınız...

Ancak çok istisnai de olsa, bazen yasalar gözardı edilip yorum yolu ile vergi istenebiliyor.

Bu gibi durumlarda, Danıştay;

“Yasa ne diyorsa odur”

diye son noktayı koyuyor.

Her şeye rağmen, iyi ki bu ülkede yargı var...

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16409099.asp?yazarid=82&gid=61&hid=16409257







BAŞLIKTA “komedi” deyimini kullandık çünkü anonim şirketlerde hisse senedi ya da geçici ilmühaberle yapılan hisse devri zaten KDV’ye tabi değildi.



DANIŞTAY DOĞAN'A 1.4 MİLYAR DOLARLIK VERGİ VE CEZAYI DONDURDU



KDV Kanunu’nda hisse senedi devrinin KDV’ye tabi olmadığı, Türk Ticaret Kanunu’nda da geçici ilmühaberin hisse senedi yerini aldığı açıkça yazılı olmasına rağmen, yasalar hiçe sayılmış ve yorum yoluyla anonim şirket hisse devirleri, KDV’ye tabi tutulmuştu.

Hani adama sormuşlar ya “Abdestsiz namaz kılınır mı?”

O da demiş ki; “Ben kıldım oldu”

İşte onun gibi bir şey olmuştu!..



DANIŞTAY KARARI



Danıştay Dokuzuncu Dairesi, anonim şirket hisselerinin devrinde KDV alınması ile ilgili uygulama hakkında “yürütmeyi durdurma” kararı verdi.

Danıştay Dokuzuncu Dairesi 25 Kasım 2010 Tarih ve Esas No:2010/10221 sayılı kararı ile;

- Türk Ticaret Kanunu’nun 411 ve devamı olan maddelerinde yer alan “Geçici ilmühaberin hisse senedi yerini aldığı” hükmü ve hisse devri ile ilgili diğer düzenlemeler,

- KDV Kanunu’nun 17/4-g maddesinde yer alan hisse senetlerinin ortaklık payı olarak satış, devir ve teslimlerinin KDV’den istisna edilmiş olması ile ilgili hükmün değerlendirilmesi sonucu,

hisse devrinin KDV’ye tabi tutulması ile ilgili vergi ve cezalar hakkında teminat aranmaksızın yürütmenin durdurulmasına, oybirliğiyle karar verdi.



OLAY NEYDİ?



2009 yılı Eylül ayında, anonim şirkete ait hisselerin geçici ilmühaberle devri işleminin, KDV’ye tabi tutulup milyarlarca liralık vergi ve ceza istenilmesi kafaları karıştırmış, iş dünyasında adeta panik yaratmıştı.

Yasa hükmünün aksine olan bu uygulama, iş dünyasının kafasını iyice karışmıştı. İş adamlarının bir kısmı şaşkın vaziyette, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışıyor, bir kısmı da (adının gizli tutulmasını isteyerek) panik halinde “Bize de mi ceza gelecek?” diye soruyorlardı.

Olayı, siyasi ya da başka bir polemiğe girmeden, konunun uzmanı bir akademisyen olarak “maliye profesörü” kimliğimle, tartışmalardan uzak bir şekilde, 10 Eylül 2009 tarihli yazımda, teknik yönleriyle açıklamış “Paniğe kapılmaya gerek yok, bu tür olaylar yargıdan döner” demiştim. Nitekim öyle de oldu... Bu arada, merak eden herkesin de araştırıp kontrol edebilmesi için her açıklamamın dayanağını da özellikle belirtmiştim.



YASAYA GÖRE KDV YOKTU



Bir şirketin, bir başka şirkete ait hisse senedini elden çıkarması, KDV’den istisna. Daha açık bir anlatımla, bu olayda KDV yok. Nerede mi yazıyor? KDV Kanunu’nun 17/4-g maddesinde yazıyor. Dikkatle okuyoruz; “..elmas, pırlanta, yakut, zümrüt, HİSSE SENEDİ, tahvil” teslimi KDV’den müstesna tutuluyor.



HİSSE SENEDİ VE İŞTİRAK HİSSESİ



Bu olayda bir de “iştirak hissesi” tartışması var. KDV Yasasını dikkatle incelediğimizde, Madde 17/4-g’de “hisse senedi” ile ilgili ÖZEL BİR HÜKMÜN yer aldığı, Madde 17/4-r’de ise “iştirak hisseleri” ile ilgili GENEL BİR HÜKMÜN bulunduğu fark ediliyor.

İştirak hisseleri, hisse senetlerini de kapsayan genel bir deyim. Ancak özel bir hükümle hisse senetlerinin KDV’den müstesna olduğu yasada belirtilmiş. Bu duruma göre, hisse senetleri dışındaki iştirak hisselerinin (örneğin; limited şirketlere ait ortaklık payı, eshamlı komandit şirketlerin komanditer ortaklarına ait ortaklık payları, iş ortaklıkları, adi ortaklıklara ait ortaklık payları, anonim şirketlerin hisse senedi ya da ilmühabere bağlanmamış ortaklık paylarının) 2 yıl içinde elden çıkartılması KDV’ye tabi olacak, hisse senetlerinin elden çıkartılması ise elde tutulma süresine bakılmaksızın, KDV’den müstesna tutulacak.



TİCARET KANUNU İLMÜHABERİ HİSSE SENEDİ YERİNİ TUTUYOR



Türk Ticaret Kanunu’na bakıyoruz: 411. maddesinde “ilmühaberler” başlıklı özel bir düzenleme var.

Dikkatle okuyoruz;

“Madde 411 Nama yazılı hisse senetleri yerini tutmak üzere çıkarılan ilmühaberlerin, nama yazılı olması lazımdır. Bunların devri nama yazılı hisse senetlerinin devrine ait hükümlere tabidir.”

Görüldüğü gibi, Türk Ticaret Kanunu’nda da ilmühaberlerin, hisse senedi yerini tuttuğu açık ve net olarak belirtiliyordu.

O halde ortada yasa hükmü varken, yorum yolu ile ilmühaberlerin hisse senedinin yerini tutmayacağını iddia etmek hukuken mümkün değildi.



PEKİ SORUN NEYDİ?



Şimdi diyeceksiniz ki “Buraya kadar olay anlaşıldı. Peki sorun neydi?”

Sorun şuydu; birkaç inceleme elemanı “Geçici ilmühaber, hisse senedi olarak kabul edilmez, bu nedenle teslimi yüzde 18 KDV’ye tabidir” diye iddia ediyor. Ardından da bu gerekçeyle düzenlenen rapora istinaden milyarlarca lira KDV ve vergi ziyaı cezası (gecikme faizi hariç) isteniyordu. “İlmühaber yerine hisse senedi bastırılmış olsa bu vergi ve cezalar istenmeyecekti” deniliyor. Yani biçimsel bir olayla ilgili, yorumun faturası bu!..



DOĞRUSU NEYDİ?



Bu olay üzerine paniğe kapılan yüzlerce iş adamı aramış ve “Hocam, sizin yazıları kesip saklıyoruz. Biri altı yıl diğeri de üç yıl önce, geçici ilmühaber hisse senedi yerine geçer, diye yazmıştınız. Şimdi kafamız karıştı doğrusu ne?” diye sormuştu.

Bize göre, olay çok açık ve netti.

Yasa ne diyorsa oydu... Birlikte bakalım:

1- Türk Ticaret Kanunu diye bir kanun var. Bu Kanun’un 411. maddesinde, “Geçici ilmühaber hisse senedinin yerini alır” diye net olarak yazıyor. Anlamak için okur-yazar olmak bile yeterli. Türkiye bir hukuk devleti, ortada açık ve net bir kanun hükmü varsa, yoruma itibar edilmez.

2- Maliye Bakanlığı’nın 232 No’lu Gelir Vergisi Genel tebliği var. Maliye Bakanlığı da bu tebliğinde, “İlmühaber, hisse senedi yerine geçer” diye açık ve net bir açıklama yapıyor.

3- Maliye Bakanlığı’nın “mukteza (özelge)” diye adlandırılan, yazılı açıklamaları var. Hem de bir sürü... Hepsinde de “Geçici ilmühaber, hisse senedi yerine geçer. Geçici ilmühaberin teslimi KDV’ye tabi olmayacaktır” deniliyor.

4- Yargıtay’ın Hukuk Genel Kurulu Kararı var. Yargıtay’da “İlmühaber, hisse senedinin yerine geçer” diyor (Örneğin; Yarg.HGKK. 4 Temmuz 2007 tarih ve E.2007/13-332, K.2007/446).

5- Danıştay da “İlmühaber, hisse senedi yerine geçer” diyor (Dn.7.D.14.12.1999 Tarih ve E.1999/70,K.1999/4120).

Yukarıda 5 madde halinde, “ilmühaberin hisse senedi yerine geçtiğini ve KDV’den müstesna olduğunu” hepsinin de dayanağını göstererek açıkladık.

Zaten, bu güne kadar bir tek yetkili ya da uzman ortaya çıkıp da “Efendim, bu konuda yasa maddesi, tebliğ ve kararların olduğu iddiası doğru değil. Geçici ilmühaber hisse senedi yerine geçmez” demedi daha doğrusu diyemedi.

Daha ötesi, Özelleştirme İdaresi de çok sayıda şirketi ilmühaberle devretti.

Görüldüğü gibi, olay çok açık ve netti.



İYİ Kİ YARGI VAR



Yukarıdaki açıklamaları ve dayanağı olan yasa maddelerini, yargı kararlarını, Maliye’nin tebliğlerini ve özelgelerini okuyunca;

“Gözlerime inanamıyorum. Bütün bunlara rağmen nasıl KDV alınır?” dediğinizi duyar gibiyim.

Haklısınız...

Ancak çok istisnai de olsa, bazen yasalar gözardı edilip yorum yolu ile vergi istenebiliyor.

Bu gibi durumlarda, Danıştay;

“Yasa ne diyorsa odur”

diye son noktayı koyuyor.

Her şeye rağmen, iyi ki bu ülkede yargı var...

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/16409099.asp?yazarid=82&gid=61&hid=16409257



10 Soruda Limited ve Anonim Şirketlerde Sorumluluk

10 Soruda Limited ve Anonim Şirketlerde Sorumluluk


Limited şirket ortakları şirketin ödenmemiş amme borçlarından sorumlumudur?

Limited şirket ortakları şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.

Limited şirket ortakları hisse devri yaptığında amme alacağından kim sorumludur?

Ortağın şirketteki sermaye hissesini devretmesi halinde, hisseyi devreden ve devralan şahıslar, devir öncesine ait ve vadesi devir tarihi itibarıyla geçmiş olan amme alacaklarının ödenmesinden, müteselsilen sorumlu tutulur.

Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda pay sahiplerinin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden, müteselsilen sorumlu tutulur.

Limited şirket ortaklarının hisselerini devrettiği nasıl belgelendirilir?

Limited şirket ortaklarının hisselerinin devri için bu işlemin ticaret sicilinde tescil ve ilanı esas olmakla birlikte, tescil ve ilanın yapılmaması halinde, hisse devrine ilişkin noter devir sözleşmesinin ve bu hisse devrinin ortaklar kurulu kararıyla uygun bulunduğunun pay defterine kaydedilmiş olması halinde de hisse devredilebilmektedir. Hisse devirleri, ya ticaret sicili gazetesi ile ya da noter satış sözleşmesi ve ortaklar kurulu kararının ibrazı ile belgelendirilir.

Limited şirketlerde kanuni temsilci kimdir ve şirketin ödenmemiş borçlarından sorumluluğu nedir?

Limited şirketlerde aksi kararlaştırılmış olmadıkça, ortaklar hep birlikte müdür sıfatıyla şirket işlerini idareye ve şirketi temsile yetkili ve mecburdurlar. Böyle bir durumda ortakların hepsi kanuni temsilci sıfatına haiz olacaklarından, amme alacağının tamamından müşterek ve müteselsil olarak sorumlu tutulurlar. Ancak şirket işlerini idare ve şirketi temsile yetki verilmiş bir kişi (ortak) bulunması halinde, kanuni temsilci olan bu ortak amme alacağının tamamından sorumlu olacaktır.

Anonim şirketlerde kanuni temsilciler kimlerdir?

Anonim şirketin kanuni temsilcisi idare meclisi, diğer bir ifade ile yönetim kuruludur. Yönetim kuruluna ait olan şirketi temsil ve idare yetkisi, esas sözleşme ile yönetim kurulu üyelerinden en az biri veya birden fazlasına veya esas sözleşmede genel kurula veya yönetim kuruluna verilecek yetki ile yönetim kurulu üyesi olmaları şartıyla murahhas üyelere veya şirkette pay sahibi olmasalar bile sorumlu müdürlere devredilebilir.

Anonim şirketlerin kanuni temsilcileri için ticaret sicilinde tescil gerekli mi?

İdare meclisinin şirketi temsile yetkili kimseleri tescil edilmek üzere ticaret siciline bildirmesi, temsil yetkisine ilişkin kararın noterlikçe tasdik edilmiş suretinin de sicil memuruna verilmesi şarttır.

Buna göre;

• Temsil yetkisine ilişkin noter tasdikli yetkili organ (yönetim kurulu veya genel kurul) kararı,

• Şirketi temsil yetkisi verilen kişilerin kimler olduğu,

hususlarının ticaret sicilinde tescil ve ilan edilmiş olması gerekmektedir. Bu tescil, ilan tarihinden itibaren hüküm ifade eder.

Anonim şirketlerde kanuni temsilcilerin yetkileri sınırlandırılabilir mi?

Şirketi temsile yetkili olanların şirketin maksat ve mevzuuna dahil olan tüm işleri ve tüm hukuki işlemleri şirket adına yapmaları gerekir. Bu yetki kapsam olarak sınırlandırılamaz.

Anonim şirketlerin ödenmemiş amme borcundan kim sorumludur?

Amme alacağının tüzel kişiliğin mal varlığından kısmen veya tamamen tahsil edilememesi veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması halinde; kanuni temsilciler şirketin ödenmemiş borçlarından müştereken ve müteselsilen sorumludur.

Şirketi temsil yetkisi murahhas üye veya üyeler ile şirkette pay sahibi olmayan sorumlu müdürlere bırakılmış ise, amme alacağının bunlardan takip ve tahsiline gidilir.

Temsil yetkisi murahhas üyelere veya pay sahibi olmayan müdürlere bırakılmamış ise, yönetim kurulu üyeleri kanuni temsilci sıfatını taşımaktadırlar ve amme alacağının ödenmesinden yönetim kurulu üyeleri şahsi mal varlıklarıyla sorumludurlar.

Anonim şirketlerin ortakları şirketin amme borçlarından sorumlumudur?

Anonim şirketlerin ortaklarının, anonim şirketlerin ödenmemiş amme borçlarından sorumlu tutulacağına ilişkin herhangi bir kanuni düzenleme bulunmadığından, bu ortakların şirketlerin ödenmemiş amme borçlarından sorumluluğu bulunmamaktadır.

Hangi hallerde, limited şirketlerin ortakları ve kanuni temsilcileri ile anonim şirketlerin kanuni temsilcilerinden şirkete ait amme alacakları takip edilir?

• Şirketin haczedilen mal varlığının 6183 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılan değerlemesi sonucu, tespit edilen değerlerinin amme alacağını karşılamaması veya bu malların satışının yapılmasına rağmen amme alacağının tamamen tahsil edilememiş olması,

• Şirketin haczi kabil herhangi bir mal varlığının bulunmaması,

• Şirketin iflasının istenmiş veya iflasının açılmış olması hallerinde amme alacağının iflas masasından tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması,

• Borçlu şirketin yapılan araştırmalara rağmen bulunamaması,

hallerinde amme alacağının limited şirket ortakları ve kanuni temsilcileri ile anonim şirketlerin kanuni temsilcilerinin şahsi mal varlığından takip ve tahsiline gidilir.

ANONİM VE LİMİTED ŞİRKETLERİN SERMAYELERİNİ YENİ ASGARİ TUTARLARA YÜKSELTMELERİNE VE KURULUŞU VE ESAS SÖZLEŞME DEĞİŞİKLİĞİ İZNE TABİ ANONİM ŞİRKETLERİN BELİRLENMESİNE İLİŞKİN TEBLİĞ

Gümrük ve Ticaret Bakanlığından:


Resmi Gazete Tarih ve No: 15 Kasım 2012 – 28468

ANONİM VE LİMİTED ŞİRKETLERİN SERMAYELERİNİ YENİ ASGARİ TUTARLARA YÜKSELTMELERİNE VE KURULUŞU VE ESAS SÖZLEŞME DEĞİŞİKLİĞİ İZNE TABİ ANONİM ŞİRKETLERİN BELİRLENMESİNE İLİŞKİN TEBLİĞ

Amaç

MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin amacı;

a) Kuruluşu ve esas sözleşme değişikliği işlemleri Gümrük ve Ticaret Bakanlığının iznine tabi olan anonim şirketleri belirlemek ve bu şirketlerde izin alınmasına,

b) Anonim ve limited şirketlerin sermayelerinin yeni asgari tutarlara yükseltilmesine,

ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.

Kapsam

MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ, kuruluşu ve esas sözleşme değişikliği işlemleri Bakanlık iznine tabi olan anonim şirketler ile sermayeleri ellibin liranın altında olan anonim şirketleri ve sermayeleri onbin liranın altında olan limitedşirketleri kapsar.

Dayanak

MADDE 3 – (1) Bu Tebliğ, 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 210 uncu, 333 ve 453 üncü maddeleri ile 14/1/2011 tarihli ve 6103 sayılı Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 20 nci maddesine dayanılarak hazırlanmıştır.

Tanımlar

MADDE 4 – (1) Bu Tebliğde geçen:

a) Bakanlık: Gümrük ve Ticaret Bakanlığını,

b) Genel Müdürlük: İç Ticaret Genel Müdürlüğünü,

c) Şirket: Bakanlık iznine tabi anonim şirketleri,

ifade eder.

Kuruluşu ve esas sözleşme değişikliği işlemleri Bakanlık iznine tabi olan şirketler

MADDE 5 – (1) Bankalar, finansal kiralama şirketleri, faktoring şirketleri, tüketici finansmanı ve kart hizmetleri şirketleri, varlık yönetim şirketleri, sigorta şirketleri, anonim şirket şeklinde kurulan holdingler, döviz büfesi işleten şirketler, umumi mağazacılıkla uğraşan şirketler, tarım ürünleri lisanslı depoculuk şirketleri, ürün ihtisas borsası şirketleri, bağımsız denetim şirketleri, gözetim şirketleri, teknoloji geliştirme bölgesi yönetici şirketleri, 28/7/1981 tarihli ve 2499 sayılı Sermaye Piyasası Kanununa tabi şirketler ile serbest bölge kurucusu ve işleticisi şirketlerin kuruluşları ve esas sözleşme değişiklikleri Bakanlığın iznine tabidir. Ancak, kayıtlı sermaye sistemine kabul edilen Sermaye Piyasası Kanununa tabi halka açık anonim şirketlerin kayıtlı sermaye tavanı içinde yapacakları sermaye artışlarında Bakanlık izni aranmaz.

Bakanlık izni alınması

MADDE 6 – (1) 5 inci maddenin birinci fıkrasında sayılan şirketlerin kurulabilmesi için aşağıda belirtilen belgelerle başvurularak Genel Müdürlükten izin alınması zorunludur:

a) Kurucuların imzaları noter tarafından onaylanmış esas sözleşme,

b) Kuruluşu, diğer resmi kurumların uygun görüşünü veya iznini gerektiren şirketler için uygun görüş veya izin yazısı.

(2) 5 inci maddenin birinci fıkrasında sayılan şirketlerin, esas sözleşme değişikliklerinin genel kurulda görüşülebilmesi için aşağıda belirtilen belgelerle başvurularak Genel Müdürlükten izin alınması zorunludur:

a) Esas sözleşme değişikliğine ilişkin yönetim kurulu kararının noter onaylı örneği,

b) Esas sözleşmenin değişen maddesinin/maddelerinin yeni metni,

c) Esas sözleşme değişikliği diğer resmi kurumların uygun görüşünü veya iznini gerektiren şirketler için uygun görüş veya izin yazısı,

ç) Sermaye artırımına ilişkin esas sözleşme değişikliğinde;

1) Sermayenin tamamının ödendiğine, karşılıksız kalıp kalmadığına ve şirket özvarlığının tespitine ilişkin yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporu,

2) Sermaye artırımının iç kaynaklardan yapılması halinde, iç kaynaklardan karşılanan tutarın şirket bünyesinde gerçekten var olduğuna ilişkin yeminli mali müşavir veya serbest muhasebeci mali müşavir raporu, denetime tabi şirketlerde ise denetçinin bu tespitlere ilişkin raporu,

3) Konulan ayni sermaye ile sermaye artırımı sırasında devralınacak işletmeler ve ayınların değerinin tespitine ilişkin mahkemece atanan bilirkişi tarafından hazırlanmış değerleme raporları,

4) Konulan ayni sermaye üzerinde herhangi bir sınırlamanın olmadığına dair ilgili sicilden alınacak yazı,

5) Ayni sermaye olarak konulan taşınmazın, fikri mülkiyet haklarının ve diğer değerlerin kayıtlı bulundukları sicillere şerh verildiğini gösteren belge.

d) Sermayenin azaltılmasına ilişkin esas sözleşme değişikliğinde; sermayenin azaltılmasına rağmen şirket alacaklılarının haklarını tamamen karşılayacak miktarda aktifin şirkette mevcut olduğunun belirlenmesine ilişkin yeminli mali müşavir raporu, denetime tabi şirketlerde ise denetçinin bu tespitlere ilişkin raporu.

(3) Bakanlık izninin, şirketin kuruluşunda ticaret sicili müdürlüğüne tescil başvurusundan önce, esas sözleşme değişikliklerinde ise genel kurul tarihinden önce alınması gerekir. Bakanlık izni alınmadan kuruluş ve esas sözleşme değişikliği işlemleri ticaret sicili müdürlüğüne tescil edilemez.

Sermayenin asgari tutarlara yükseltilmesi

MADDE 7 – (1) Sermayeleri ellibin Türk Lirasının altında olan anonim şirketler ile onbin Türk Lirasından az olan limited şirketlerin sermayelerini, 14/2/2014 tarihine kadar bu miktarlara yükseltmeleri gerekmektedir.

(2) Sermayelerini, 1/7/2012 tarihine kadar, mülga 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 272 ve 507 nci maddeleri uyarınca Bakanlar Kurulunun 2001/3500 sayılı Kararı ile anonim ve limited şirketler için öngörülen asgari sermaye tutarına yükseltmeyen anonim ve limited şirketlerin de, birinci fıkra hükmü çerçevesinde sermayelerini yükseltmeleri gerekmektedir.

(3) Birinci ve ikinci fıkra kapsamında olan ve belirlenen süre içerisinde sermayelerini öngörülen tutarlara yükseltmeyen şirketler, bu sürenin sonunda infisah etmiş sayılırlar.

Yürürlükten kaldırılan hükümler

MADDE 8 – (1) 25/7/2003 tarihli ve 25179 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Anonim ve Limited Şirketlerin Kuruluş ve Ana Sözleşme Değişikliği İşlemlerine İlişkin Esaslar Hakkında Tebliğ (Tebliğ No: İç Ticaret 2003/3) yürürlükten kaldırılmıştır.

(2) 24/8/2002 tarihli ve 24856 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Anonim ve Limited Şirketlerin Sermayelerini Yeni Asgari Miktarlara Yükseltme Sürelerinin Uzatılmasına İlişkin Tebliğ (Tebliğ No: İç Ticaret 2002/4) yürürlükten kaldırılmıştır.

Yürürlük

MADDE 9 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

Yürütme

MADDE 10 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Gümrük ve Ticaret Bakanı yürütür.



1 Ekim 2012 Pazartesi

Yurt Dışı İştirak Kazançları İstisnası


Yurt Dışı İştirak Kazançları İstisnası

Koray ATEŞ

SMMM-E. Öğretim Görevlisi
Akdeniz Denetim YMM Ltd.Şti



- 22.02.2012 -



Soru: Yurt dışı iştirak kazançları istisnası hakkında bilinmesi gerekenler



Cevap: Nasıl ki yurt içinde bir şirketten elde edilen iştirak geliri Kurumlar Vergisinden istisna ise yurt dışı bir şirketten elde edilen iştirak kazancı da belli şartların oluşması halinde kurum kazancından istisna edilmiştir. Yurt dışı iştirak kazançlarıyla ilgili istisna uygulaması, 5520 sayılı yeni Kurumlar Vergisi Kanunu’nda, yurt dışından elde edilen kazancın şube kazancı veya iştirak kazancı olmasına göre, iki farklı şekilde düzenlenmiştir.



Yurt dışı iştirak kazançlarıyla ilgili istisna şartları Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5/1-b maddesinde düzenlenmiş olup, aşağıdaki gibidir;



“Kanuni ve iş merkezi Türkiye’de bulunmayan anonim ve limited şirket niteliğindeki şirketlerin sermayesine iştirak eden kurumların, bu iştiraklerinden elde ettikleri aşağıdaki şartları taşıyan iştirak kazançları;



1) İştirak payını elinde tutan şirketin, yurt dışı iştirakin ödenmiş sermayesinin en az % 10’una sahip olması,



2) Kazancın elde edildiği tarih itibariyle iştirak payının kesintisiz olarak en az bir yıl süreyle elde tutulması[1]



3) Yurt dışı iştirak kazancının kar payı dağıtımına kaynak olan kazançlar üzerinden ödenen vergiler dahil iştirak edilen kurumun faaliyette bulunduğu ülke vergi kanunları uyarınca en az % 15 oranında gelir ve kurumlar vergisi toplam vergi yükü taşıması; iştirak edilen şirketin esas faaliyet konusunun, finansal kiralama dahil finansman temini veya sigorta hizmetlerinin sunulması ya da menkul kıymet yatırımı olması durumunda, iştirak edilen kurumun faaliyette bulunduğu ülke vergi kanunları uyarınca en az Türkiye’de uygulanan kurumlar vergisi oranında gelir ve kurumlar vergisi benzeri toplam vergi yükü taşıması,



4) İştirak kazancının, elde edildiği hesap dönemine ilişkin kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi gereken tarihe kadar Türkiye’ye transfer edilmesi.



Yurt dışındaki inşaat, onarım, montaj işleri ve teknik hizmetlerin yapılabilmesi için ilgili ülke mevzuatına göre ayrı bir şirket kurulmasının zorunlu olduğu durumlarda, özel amaç için kurulduğunun ana sözleşmelerinde belirtilmesi ve fiilen bu amaç dışında faaliyetinin bulunmaması şartıyla, söz konusu şirketlere iştirak edilmesinden elde edilen kazançlar için bu bentte belirtilen şartlar aranmaz.



Bu bent uyarınca vergi yükü, kanunî veya iş merkezinin bulunduğu ülkede ilgili dönemde tahakkuk eden ve kâr payı dağıtımına kaynak olan kazançlar üzerinden ödenen vergiler dahil olmak üzere toplam gelir ve kurumlar vergisi benzeri verginin, bu dönemde elde edilen toplam dağıtılabilir kurum kazancı ile tahakkuk eden gelir ve kurumlar vergisi toplamına oranlanması suretiyle tespit edilir.”



Buna göre istisnadan yararlanma koşullarını şu şekilde sıralayabiliriz.



- İştirak edilen kurumun anonim veya limited şirket niteliğinde bir kurum olması gerekmektedir. Bu çerçevede, kurum olarak nitelendirilmekle birlikte anonim şirket veya limited şirket niteliğinde olmayan kurumlardan elde edilecek iştirak kazançları bu istisnadan yararlanamayacaktır.



- İstisnadan yararlanabilmek için iştirak edilen kurumun kanuni ve iş merkezinin her ikisinin de Türkiye’de olmaması gerekmektedir.



- İştirak payını elinde tutan kurumun, iştirak kazancını elde ettiği tarih itibariyle yurt dışı iştirakin ödenmiş sermayesinin en az % 10’una sahip olması gerekmektedir. Bu oranın, kazancın elde edildiği tarihten itibaren geriye doğru kesintisiz olarak bir yıl süreyle devam ettirilmiş olması da şarttır.



- İştirak payını elinde tutan kurumun yurt dışı iştirak paylarını, iştirak kazancının elde edildiği tarih itibariyle en az bir yıl süreyle ve kesintisiz olarak elde tutması gerekmektedir. Rüçhan hakkı kullanılmak suretiyle veya yurt dışı iştirakin iç kaynaklarından yapılan sermaye artırımları nedeniyle elde edilen iştirak payları için bir yıllık elde tutulma süresinin tespitinde, sahip olunan eski iştirak paylarının elde edildiği tarih esas alınacaktır.



- İştirak kazançlarının, kâr payı dağıtımına konu olan kazançlar üzerinden ödenen vergiler dahil olmak üzere doğduğu ülke kanunları uyarınca en az yüzde 15 oranında gelir ve kurumlar vergisi benzeri bir yükü taşıması gerekmektedir. Yüzde 15 oranı nominal bir oranı değil, efektif bir oranı temsil etmektedir. Yani, vergi yükü yurt dışındaki iştirakin bulunduğu ülkede ilgili dönemde tahakkuk eden ve kâr payı dağıtımına kaynak olan kazançlar üzerinden ödenen vergiler de dahil olmak üzere, toplam gelir ve kurumlar vergisi benzeri verginin, bu dönemde elde edilen dağıtılabilir brüt kurum kazancına (tahakkuk eden gelir ve kurumlar vergisi dahil) oranlanması suretiyle bulunacaktır.



Uygulama :

Yurt Dışında Ödenen Vergi Toplamı : 10.000 TL



Ticari Kazanç : 120.000 TL

KKEG : 20.000 TL

Vergi Matrahı : 140.000 TL

Vergi Yükü : 10.000 / 120.000 = 0,09

Şirketin yurt dışı vergi yükü yüzde 9 olmasından dolayı iştirak kazançları istisnasından yararlanılamayacaktır.



- İştirak kazancının, elde edildiği hesap dönemine ilişkin kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi gereken tarihe kadar Türkiye’ye transfer edilmesi gerekmektedir. Bu hüküm uyarınca, elde edilen iştirak kazancının belirtilen tarihe kadar transfer edilmeyen kısmı istisnadan yararlanamayacaktır.



Yurt dışı iştirak kazancı istisnasından yararlanılabilmesi için yukarıda yer alan koşulların birlikte gerçekleştirilmesi şarttır. Bu anlamda, koşullardan herhangi birinin olmadığı durumda, diğer bütün koşullar sağlansa bile elde edilen kazanç istisnadan yararlanamayacaktır. Bunun tek istisnası, yurt dışındaki inşaat işlerinin yapılabilmesi için ilgili ülke mevzuatına göre ayrı bir şirket kurulmasının zorunlu olduğu durumdur. Yurt dışındaki inşaat, onarım, montaj işleri ve teknik hizmetlerin yapılabilmesi için ilgili ülke mevzuatına göre ayrı bir şirket kurulması zorunlu ise söz konusu şirkete iştirak edilmesinden elde edilen kazançlara, herhangi bir şart aranmaksızın istisna uygulanacaktır.



Yurt dışı şube kazançlarıyla ilgili, inşaat işlerini de kapsayan genel istisna prensibi böyle olmakla birlikte, 5520 sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5/1-h maddesinde, yurt dışı inşaat kazançlarıyla ilgili özel bir istisna hükmüne yer verilmiştir. Buna göre;



“Yurt dışında yapılan inşaat, onarım, montaj işleri ile teknik hizmetlerden sağlanarak Türkiye’de genel sonuç hesaplarına intikal ettirilen kazançlar” kurumlar vergisinden istisna edilmiştir. Söz konusu hükme göre, istisnadan yararlanılabilmesi için aranan tek şart, bu kazançların Türkiye’de genel netice hesaplarına intikal ettirilmesinden ibarettir. Ancak, istisnadan yararlanmak için kazancın Türkiye’ye getirilme şartı aranmamaktadır.





[1] Rüçhan hakkı kullanılmak suretiyle veya yurt dışı iştirakin iç kaynaklarından yapılan sermaye artırımları nedeniyle elde edilen iştirak payları için sahip olunan eski iştirak paylarının elde edilme tarihi esas alınır.





Koray ATEŞ

SMMM-E. Öğretim Görevlisi

Akdeniz Denetim YMM Ltd.Şti.

Fax:0224 224 53 54

korayates@muhasebetr.com



Kaynak: www.MuhasebeTR.com

(Bu makale yazılı veya elektronik ortamda kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)

Yurtdışı iştirak kazançları istisnası

Yurtdışı iştirak kazançları istisnası

Akşam Gazetesi
Metin Taş-Sezgin Özcan


Kurumlar vergisi mükelleflerinin; yurtdışında faaliyet gösteren (kanuni ve iş merkezi Türkiye'de bulunmayan) anonim ve limited şirket niteliğindeki şirketlerin sermayesine iştirak etmelerinden kaynaklanan kazançlar (iştirak kazançları) kurumlar vergisinden istisna edilmiş durumda.

Temel amacı çifte vergilemenin önlenmesi olan iştirak kazançları istisnası her durumda uygulanamıyor. İstisnanın uygulanabilmesi için bazı şartların sağlanması gerekiyor.

PAY VE SÜRE ŞARTI

İştirak kazançları istisnasının ilk şartı; iştirak payını elinde tutan şirketin, yurt dışı iştirakin ödenmiş sermayesinin en az yüzde 10'una sahip olması. Burada belirtilen yüzde 10'luk oran sermaye payını değil; ödenmiş sermayedeki payı ifade ediyor.

Kazancın elde edildiği tarih itibariyle iştirak payının kesintisiz olarak en az bir yıl süreyle elde tutulması, iştirak kazançları istisnasından yararlanmanın ikinci şartı. Rüçhan hakkı kullanılarak veya yurt dışı iştirakin iç kaynaklarından yapılan sermaye artırımları nedeniyle elde edilen iştirak payları için sahip olunan eski iştirak paylarının elde edilme tarihi esas alınıyor.

VERGİ YÜKÜ ŞARTI

İştirak kazançları istisnasının üçüncü şartı, yurtdışında vergiye tabi tutulan iştirak kazancının taşıması gereken vergi yükü ile ilgili. Buna göre; yurt dışı iştirak kazancının kar payı dağıtımına kaynak olan kazançlar üzerinden ödenen vergiler dahil iştirak edilen kurumun faaliyette bulunduğu ülke vergi kanunları uyarınca en az yüzde15 oranında gelir ve kurumlar vergisi benzeri toplam vergi yükü taşıması gerekiyor.

İştirak edilen şirketin esas faaliyet konusunun finansal kiralama dahil finansman temini veya sigorta hizmetlerinin sunulması ya da menkul kıymet yatırımı olması durumunda; yüzde 15'lik vergi yükü şartı değişiyor. Bu durumda, iştirak edilen kurumun faaliyette bulunduğu ülke vergi kanunları uyarınca en az Türkiye'de uygulanan kurumlar vergisi oranında gelir ve kurumlar vergisi benzeri toplam vergi yükü taşıması şartı aranıyor.

VERGİ YÜKÜNÜN TESPİTİ

Vergi yükünün tespiti; kanun” veya iş merkezinin bulunduğu ülkede ilgili dönemde tahakkuk eden ve kar payı dağıtımına kaynak olan kazançlar üzerinden ödenen vergiler dahil olmak üzere toplam gelir ve kurumlar vergisi benzeri verginin, bu dönemde elde edilen toplam dağıtılabilir kurum kazancı ile tahakkuk eden gelir ve kurumlar vergisi toplamına oranlanması yoluyla yapılıyor.

KAZANCIN GETİRİLME ŞARTI

İştirak kazançları istisnasından yararlanmanın son şartı; iştirak kazancının, elde edildiği hesap dönemine ilişkin kurumlar vergisi beyannamesinin verilmesi gereken tarihe kadar Türkiye'ye transfer edilmesi.

Bu şartın sağlanması için, iştirakten elde edilen kazanç ile ilgili bilgilerin muhasebe kayıtlarına girmesi yeterli değil. Söz konusu kazancın hem kayıtlara alınması hem de kazancın fiilen Türkiye'ye getirilmesi gerekiyor. Diğer bütün şartlar sağlanmış olsa bile bu şart sağlanamadığında istisnadan yararlanılamıyor.

AKLINIZDA BULUNSUN

İnşaat ve teknik faaliyetlerde şartlar

Yazımızda kısaca açıklamaya çalıştığımız yurtdışı iştirak kazançları istisnası, yurt dışındaki inşaat, onarım, montaj işleri ve teknik hizmetleri konu edinen iştiraklerden elde edilen kazançlar için farklı uygulanıyor.

Bu durumdaki iştiraklerden elde edilen kazançlar için istisnadan yararlanılması için belirtilen şartlardan hiçbirisinin sağlanması gerekmiyor. Ancak bunun için;

- Yurt dışındaki inşaat, onarım, montaj işleri ve teknik hizmetlerin yapılabilmesi için ilgili ülke mevzuatına göre ayrı bir şirket kurulmasının zorunlu olması,

- Şirketin bu özel amaç için kurulduğunun ana sözleşmelerinde belirtilmesi ve fiilen bu amaç dışında faaliyetinin bulunmaması gerekiyor.

Kıdem tazminatı fonu şimdilik gündemden kalktı

20 YILLIK çalışanım, kıdem tazminatı fonu ile ilgili yasa çıktığında benim durumum ne olacak? H. Dinçer

Kıdem Tazminatı Fonu kurulmasına ilişkin olarak ortada henüz yasa tasarısı bile yok. Ortada dolaşan bir yasea tasarı taslağı vardı, Başbakan kıdem tazminatı konusunun gündemden kaldırılması talimatı verdi ve kıdem tazminatında değişiklik yapılması şimdilik gündemde değil.

Tasarı taslağında da kazanılmış hakların korunması öngörülüyordu. Yani birikmiş kıdem tazminatlarından işverenin sorumlu olması, Fonun yürürlüğe gireceği tarih itibariyle birikmiş kıdem tazminatlarının, mevcut kıdem tazminatına hak kazanma şartları sağlandığında işveren tarafından, fon dönemine ilişkin tazminatların ise fondan ödenmesi öngörülüyor.

GÜNÜN SÖZÜ

'Her bildiğinizi söylemeyin; fakat her söylediğinizi bilin.' Marcel Lenoir

Kaynak:Akşam Gazetesi

LİMİTED ŞİRKET SÖZLEŞMESİ




LİMİTED ŞİRKET SÖZLEŞMESİ

KURULUŞ:

Madde1- Aşağıdaki adları, soyadları, yerleşim yeri ve uyrukları yazılı kurucular arasında bir Limited Şirket kurulmuştur.

Sıra no

1 Kurucunun Adı ve Soyadı

………………………………. Yerleşim Yeri

………………..

Uyruğu T.C. Kimlik No

………. ………………



(Kurucuların en az bir gerçek veya tüzel kişi olması ve ortak sayısının elliyi aşmaması gerekmektedir. Tüzel kişi kurucu ortakların unvanları, merkezleri ve ticaret sicili numaralarının yazılması zorunludur. Madde 573/1, 574/1)



ÜNVAN:

Madde 2- Şirketin ünvanı .............................................................. Limited Şirketidir.

(İşletme konusunun ticaret unvanında gösterilmesi zorunludur. Madde 43)

AMAÇ VE KONU:

Madde 3- Şirketin amaç ve konusu başlıca şunlardır.

a. ..............................................................

b. ..............................................................

c. ..............................................................

(Şirketin işletme konusunun esas noktaları belirtilmeli ve tanımlanmalıdır. Özel kanunlardaki hükümler saklı kalmak kaydıyla, limited şirketler, kanunen yasaklanmamış her türlü ekonomik amaç ve konular için kurulabilir. Madde 576, 573/3)



ŞİRKETİN MERKEZİ:

Madde 4- Şirketin merkezi ........................’dır. Adresi …………………… dir. Adres değişikliğinde yeni adres, ticaret siciline tescil ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan ettirilir. Tescil ve ilan edilmiş adrese yapılan tebligat şirkete yapılmış sayılır. Tescil ve ilan edilmiş adresinden ayrılmış olmasına rağmen, yeni adresini süresi içinde tescil ettirmemiş şirket için bu durum fesih sebebi sayılır

SÜRE:

Madde 5- Şirketin süresi, kuruluşundan itibaren (…) yıldır. Bu süre şirket sözleşmesini değiştirmek suretiyle uzatılıp kısaltılabilir.

(Şirketin varsa süresi belirtilmelidir. Herhangi bir süre belirlenmemiş ise “Süresiz” ibaresi yazılmalıdır. Madde 587)

SERMAYE :

Madde 6- Şirketin sermayesi ........................ paya ayrılmış ..................Türk Lira

olup bunun,

...................... paya karşılık olan .......................... Türk Lirası .............................

...................... paya karşılık olan .......................... Türk Lirası .............................

tarafından tamamen taahhüt edilmiş ve nakden taahhüt edilen esas sermaye paylarının itibari değerlerinin ¼ ü şirketin tescilinden önce ödenmiş olup, geri kalan ¾’ü ise genel kurulun alacağı kararlara göre şirketin tescilini izleyen yirmidört ay içinde ödenecektir. Bu husustaki ilanlar şirket sözleşmesinin (….) maddesine göre yapılır.

(Şirket sermayesi onbin Türk Lirasından az olamaz. Farklı itibari değerde paylar belirlenebilir. Ancak, esas sermaye paylarının değerleri yirmibeş Türk Lirası veya katları şeklinde belirlenmelidir. Madde 580, 583)

İLAN:

Madde 7- Şirkete ait ilanlar…………………………………………………………. yapılır.

(Şirkete ait ilanların ne surette ve hangi sürede yapılacağı açıkça belirtilir. Genel kurul toplantılarına ilişkin ilanların toplantı gününden en az on gün önce yapılması zorunludur. Genel kurulun toplantıya çağrılmasına ilişkin ilanların Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ve internet sitesi açma yükümlülüğü varsa internet sitesinde yapılması zorunludur. (Madde 576/1-e, 617/2, 617/3)

ŞİRKETİN İDARESİ:

Madde 8- Şirketin işleri ve işlemleri genel kurul tarafından seçilecek bir veya birkaç müdür tarafından yürütülür.

İlk ..............yıl için ..................................................... şirket müdürü olarak seçilmiştir.



TEMSİL:

Madde 9- Şirketi müdürler temsil ederler. Şirketi ilzam edecek imzalar genel kurul tarafından tespit, tescil ve ilan olunur.

(Şirket ortaklarından en az birine şirketin yönetim hakkının ve temsil yetkisinin verilmesi gerekir. Madde 623)

HESAP DÖNEMİ:

Madde 10- Şirketin hesap yılı Ocak ayının birinci günü başlar ve Aralık ayının 31. günü sona erer. Yalnız ilk hesap yılı şirketin kesin surette kurulduğu tarihten başlayarak Aralık ayının sonuncu günü biter.

KARIN TESPİTİ VE DAĞITIMI:

Madde 11- Şirketin net dönem karı yapılmış her çeşit masrafların çıkarılmasından sonra kalan miktardır. Net dönem kârından her yıl %5 genel kanuni yedek akçe ayrılır; kalan miktar, genel kurul kararı ile pay sahiplerine kar payı olarak dağıtılır. Kar payı, esas sermaye payının itibari değerine, yerine getirilen ek ödeme yükümlülüğünün tutarı eklenmek suretiyle oluşacak toplam miktara oranla hesaplanır.



(Şirket sözleşmesi ile kar dağıtımına ilişkin farklı bir hesaplama yöntemi belirlenebilir. Madde 608/2 )



YEDEK AKÇE

Madde 12- Genel kanuni yedek akçe ödenmiş sermayenin %20 sine ulaşıncaya kadar ayrılır. Bu miktarın azalması halinde yeniden genel kanuni yedek akçe ayrılmaya devam olunur.

Genel kanuni yedek akçe ile bu sözleşme hükümlerine göre ayrılması gereken miktar net dönem karından ayrılmadıkça pay sahiplerine kar dağıtılamaz.

(Şirket sözleşmesi ile yıllık karın %5’inden fazla ve ödenmiş sermayenin %20’sini aşabilecek tutarda yedek akçe ayrılması belirlenebilir. Şirket sözleşmesi ile başka yedek akçe ayrılması da öngörülebilir ve bunların özgülenme amacıyla harcanma yolları ve şartları belirlenebilir. Madde 521)

KANUNİ HÜKÜMLER:

Madde 13- Bu ana sözleşmede bulunmayan hususlar hakkında Türk Ticaret Kanununun hükümleri uygulanır.

Kurucunun Adı ve Soyadı İmzası







24 Eylül 2012 Pazartesi

Yeni Türk Ticaret Kanununda Anonim Şirketlerde Yönetim Kurulunun Oluşumu, Sorunlar ve Vergisel Sonuçları – Bumin Doğrusöz


Dr. A. Bumin DOĞRUSÖZ - Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Mali Hukuk Anabilim Dalı Başkanı

I. GENEL AÇIKLAMA

6102 sayılı yeni Türk Ticaret Kanununun (YTK) anonim şirketlere ilişkin yönetim organı başlıklı bölümünün başında yer alan 359. maddesinin 1. fıkrasında; “anonim şirketin, esas sözleşme ile atanmış veya genel kurul tarafından seçilmiş, bir veya daha fazla kişiden oluşan bir yönetim kurulu bulunur” hükmü yer almaktadır.

Bu düzenleme ile, halen yürürlükte bulunan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununda (ETK., md. 312/1), anonim şirketler için öngörülen asgari üç kişi olma koşulu kaldırılmış ve yönetim kurulunun bir kişiden de oluşabileceği hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemenin bir pay sahipli anonim şirketin kurulabilmesine olanak verilmesi ile paralel olarak getirildiği anlaşılmaktadır. Gerekçede bu husus Avrupa Birliği ülkeleri düzenlemelerine dayanılarak açıklanmıştır.

Öte yandan yönetim kurulunun üye sayısı ETK’da olduğu gibi Kanunla belirlenmemiş, şirketlerin ana sözleşmelerine bırakılmıştır (YTK md.339/2g). Ana sözleşmede yönetim kurulu üye sayısı kesin olarak (3 kişi, 5 kişi gibi) belirlenebileceği gibi, genel kurula takdir hakkı verecek şekilde alt ve üst sınır şeklinde de (3 ilâ 5 kişi veya 5 ilâ 9 kişi gibi) belirlenebilir[1].

YTK’nın bu konuda getirdiği yeniliklerden biri de, yönetim kurulunda görev yapacak kişilerin pay sahibi olma zorunluluğunun kaldırılmış olmasıdır. ETK’nın “idare meclisi pay sahibi aza ortaklardan teşekkül eder” şeklindeki 312/2 hükmü yeni Kanunda yer almamıştır. YTK’nın yürürlüğe girişi ile birlikte, pay sahibi olmayan kişilerde şirketlerin yönetim kurullarında görev yapabileceklerdir. Bu nedenle artık pay sahibi sayısı ile yönetim kurulu üye üst sayısı arasında bir ilişki olmayabilecektir. Örneğin bir pay sahipli anonim şirketin üç kişiden oluşan veya beş pay sahipli bir anonim şirketin yedi kişiden oluşan yönetim kurulu olabilecektir. Hiç şüphesiz bunun terside, yedi pay sahibinden oluşan bir anonim şirkette bir veya üç kişiden oluşan yönetim kurulunun olması örneğindeki gibi, mümkündür.

Ancak burada yönetim kurulunun bir kişiden oluşması halinde bir “kurul”dan söz edilmesi, kanaatimce yanlış ve yanıltıcı olmuştur. Türkçe dilbilgisi kurallarına da aykırı düşmüştür. Nitekim Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğünde[2] kurul kelimesi, “kişilerden oluşmuş topluluk” olarak açıklanmıştır. Madde Gerekçesinde[3] bu konuda; “Tek kişi ile kurul ifadesini çelişki yaratabileceği de düşünülmemelidir. Çünkü buradaki “kurul” kelimesi birden ziyade kişiden çok, “organ”a işaret etmektedir. Modern şirketler hukuku anlayışında kurulun birden çok kişi anlamı gün geçtikçe vurgusunu yitirmektedir. Tek üyeli yönetim kurulu bir çok komite ve komisyonla birlikte çalışıp bir yönetim örgütü oluşturabilir.” açıklaması yer almışsa da bu açıklama tatmin edici değildir. Burada pekala “yönetici” veya benzer bir kelime kullanılabilir ve fıkra, ““anonim şirketin, (…)bir kişiden oluşan yöneticisi veya daha fazla kişiden oluşan bir yönetim kurulu bulunur” şeklinde kaleme alınabilirdi.

Yönetim kurulu üyeleri için aranan temel koşul, tam ehliyetli olmalarıdır (YTK md.359/3). Bu koşul hem yönetim kuruluna atanacak veya seçilecek gerçek kişiler için hem de tüzel kişi adına yönetim kurulunda görev yapmak üzere adı tescil edilecek olan kişi için aranacaktır.

Yönetim kurulu üyelerini seçme hakkı, ETK’da olduğu gibi, YTK’da da genel kurulun devredilemez yetkileri arasında düzenlenmiştir (YTK md.408/2). Ancak kuruluşta ilk yönetim kurulu üyeleri ana sözleşme ile belirlenecektir (YTK md.339/3).

II. SEÇİLME ENGELLERİ

Yönetim kurulunda üyeliğin boşalmasını düzenleyen YTK’nın 363/2. maddesinde yer alan “Yönetim kurulu üyelerinden birinin iflasına karar verilir veya ehliyeti kısıtlanır ya da bir üyelik için kanuni şartları yahut esas sözleşmede öngörülen şartları kaybederse, bu kişinin üyeliği (…) kendiliğinden söz eder” hükmü uyarınca bu hâllerin seçilmeye engel hâl olarak kabul edilmesi de gerekmektedir. Zaten bu husus YTK md. 359/4’de açıkça vurgulanmıştır.

Ancak ETK md. 315/2’de yer alan ve “Ağır hapis cezasıyle veya sahtekârlık, emniyeti suistimal, hırsızlık, dolandırıcılık suçlarından dolayı mahkûmiyet hali”ni yönetim kurulundan ayrılma ve dolayısıyla seçilmeye engel olma hali olarak kabul eden düzenleme YTK’ya alınmamıştır. Bunun sebebi, gerekçede açıklanmamıştır. Bu nedenle almamanın bilinçli olup olmadığı belirsizdir. Ancak bu tercihin yerinde olduğu söylenemez[4].

Kanaatimizce ETK’nın bu düzenlemesinin YTK’da yer almamasına karşılık burada, “kişilerin kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak, hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar şirketlerin yöneticisi veya denetçisi olamayacağına” dair Türk Ceza Kanununun 53. maddesi devreye girecektir.

Yönetim kuruluna seçilme engelleri, aynı zaman da yönetim kuruluna seçilen tüzel kişinin temsilcisi olarak tescil ve ilan olunacak kişi için de geçerli olmak durumundadır.

III. TÜZEL KİŞİNİN YÖNETİM KURULUNA SEÇİLMESİ

Anonim Şirket genel kurulunda, pay sahibi olan veya olmayan bir tüzel kişinin de yönetim kuruluna seçilmesi mümkündür. Pay sahibi olmayan tüzel kişinin yönetim kuruluna seçilmesi, özellikle şirket toplulukları içerisinde daha olası bir durumdur. Burada eski TTK’dan farklı olarak, artık genel kurulda tüzel kişinin temsilcisi değil, doğrudan tüzel kişinin seçilecek ve yönetim kurulu üyesi olarak tüzel kişinin tescil edilecek olmasıdır. Ancak tüzel kişinin yönetim kurulu toplantılarına katılması ve oy kullanması mümkün olamayacağından, yönetim kuruluna bir tüzel kişi seçildiğinde, tüzel kişi ile birlikte tüzel kişi adına, yine tüzel kişi tarafından belirlenen sadece bir gerçek kişi de tescil ve ilan olunacaktır. Tüzel kişi adına sadece bu gerçek kişi toplantılara katılıp, oy kullanabilecektir (YTK md. 359/2). Yönetim kurulu üyesi olan tüzel kişi kendi adına tescil edilen bu kişiyi her an değiştirebilecektir (YTK md.364/1). Böyle bir değiştirme halinde yeni ismin (temsilci gerçek kişinin) de tescil ve ilanının yaptırılması gerekecektir. Bu düzenlemelerin değerlendirmesini yapmadan önce, gerekçesini aktarmak istiyoruz. Tüzel kişinin doğrudan kendisinin yönetim kurulu üyesi olarak seçilmesi esasının (YTK md. 359/2) kabul gerekçesi aşağıdaki gibidir:

“İkinci fıkrada, tüzel kişilerin yönetim kurulu üyesi olabilmelerine olanak tanınarak, bir taraftan, 623 üncü maddesinin ikinci fıkrası ile uyum sağlanmış, diğer taraftan tüzel kişinin yönetim kurulu üyesi olarak sorumlu tutulmasının yolu açılarak şirkete, pay sahiplerine ve alacaklılara güvence verilmiştir. Düzenleme sorumluluk hukukunun ana gelişme ekseni ile çakışmaktadır. Dev yapılı, çok uluslu şirketlerin; temsilcilerinin arkasına gizlenmelerine hukukun seyirci kalması sadece adaletsizliği artırmakla kalmamakta aynı zamanda hukuka güveni de sarsmakta, hukukî gerçeğe göz kapama anlamına gelmekte ve kanun koyucuyu da hukuk kuralının nesnelliği yönünden müşkül durumda bırakmaktadır. Bu fıkra ile çağdaş, hakça bir sorumluluk sistemi kabul edilerek, tüzel kişinin temsilcisinin üye seçilmesi ile üyenin (temsilcinin) tüzel kişi ile arasındaki bağın kesildiği ve tüzel kişinin, temsilcisinin eylem ve kararlarından sorumlu tutulamayacağı şeklindeki yapay teori reddedilmiştir. Artık, tüzel kişilerin temsilcilerinden oluşan zayıf malvarlıklı üyelerin sorumluluğu ile hukukî gerçeklere göz yumulmayacaktır.

Şirketler topluluğu gerçeğini tanıyıp düzenleyen (madde 195 ve devamı) bu Kanun için 359 uncu madde sisteminin kabulü zorunluydu.

Tüzel kişi yönetim kuruluna bizzat gelemeyeceği için toplantıya katılacak olan gerçek kişi onun tarafından belirlenir ve onun adına tescil ve ilân olunur. Toplantılara anılan gerçek kişi katılıp oy kullanır. Kullanılan oy tüzel kişinindir. Tescil, tüzel kişinin üyeliğini söz konusu gerçek kişinin kişiliğinde somutlaştırıp belirgin konuma getirmekte ve bu yönden kurucu bir etkiye sahip bulunmaktadır. İlan ise bunu üçüncü kişilere bildirir. Ayrıca tescil ve ilân keyfiyeti şirketin web sitesinde de yayımlanır. Belirleme, tüzel kişinin kurula her toplantıda farklı kişileri yollayarak kurulun çalışmasını ve istikrarını bozmasına engel olmak amacına yöneliktir. Tüzel kişi adına tescil ve ilân edilecek kişi, tüzel kişi tarafından belirlenir, yoksa genel kurul tarafından seçilmez; esas sözleşmeye bu yolda hüküm konulamaz. Çünkü, seçimle tüzel kişi yönetim kuruluna üye olmuştur. Tüzel kişi, kendi adına toplantılara katılacak kişiyi değiştirmek istiyorsa şirkete başvurarak yeni kişiyi tescil ve ilân ettirmelidir. Gerçek kişiyi belirlemek ve değiştirmek hakkı sadece tüzel kişiye aittir. Ancak şirketin, haklı sebeplerin varlığında tüzel kişiden değiştirme talebinde bulunmaya hakkı vardır.

Bu düzenleme ile, yıllardır hukukumuza hakim olan bir tüzel kişinin yönetim kurulunda birden çok temsilciye sahip ve birden çok oyu haiz olmasına ilişkin teoriye ve dogmatiğe aykırı, menfaatler dengesini bozan uygulama da son bulacaktır. Çünkü, her üye gibi tüzel kişi de yönetim kurulunda bir oy hakkına sahip olacaktır.”

Yönetim kuruluna seçilenin doğrudan tüzel kişi olmasının, kanaatimizce pek fazla bir anlamı yoktur. Çünkü gerekçede haklı ve yerinde olarak ileri sürülen görüşler, Kanuna, “tüzel kişiyi temsilen yönetim kuruluna seçilen kişinin eylem, faaliyet ve işlemlerinden temsil ettiği tüzel kişinin sorumlu olacağı” yönünde bir düzenlemeye yer verilerek de yaşama aktarılabilirdi. Oysa bu düzenlemeyle tüzel kişi, yönetim kurulunda görev yapacak gerçek kişiyi dilediğince belirleyebilecek ve gerekçede belirtilenin aksine sürekli değiştirebilecektir. Böyle bir durumda şirketin diğer pay sahiplerinin istemeyeceği, şirketlerinin yönetiminde görevlendirmeyi asla düşünemeyeceği kişiler de ve hatta genel kurul üyelerinin hiç tanımadığı kişiler de yönetim kurulunda yer alabilecektir. Yönetim kurulu içerisinde olması gereken ahenk ve uyum da bozulma riski taşıyabilecektir. Kaldı ki temsilen seçilen kişinin, genel kurulun toplanmasına dahi gerek olmadan kolayca görevden alınabileceği ve değiştirilebileceğini de dikkate alarak, yönetim görev ve sorumluluklarına kanunun istediği derecede özen göstermemesi ve hatta şirkete yabancılaşması ihtimali de kuvvetle muhtemeldir.

Ancak bu düzenleme vergi mevzuatının vergi borçlarından kanuni temsilcilerin sorumluluğuna ilişkin düzenlemelerinin uygulamasında karşılaşılan bir sorunu çözmesi açısından, bir vergi hukukçusu olarak olumlu yaklaşmak da mümkündür. Bu konudaki görüşlerimizi daha önce 31.5.2004 tarihli Dünya Gazetesinde ve 21.10.2010 tarihli Referans Gazetesinde yayımlanan makalelerimizde şöyle açıklamıştık:

“Yönetim kurulu üyelerinin şirketin kamusal borçlarından sorumluluğu ayrıca, vergi borçları açısından Vergi Usul Kanunu’nun 10 ve diğer kamu borçları için ‘Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35. maddesinde düzenlenmiştir. Yönetim kurulunda pay sahibi tüzelkişiyi temsilen görev yapan üyenin işlemlerinin veya kanundan doğan sorumluluklarının, kendisine mi, yoksa temsil ettiği tüzelkişiye mi ait olacağı doktrinde tartışmalı olmakla birlikte, yine baskın görüş, bu sorumluluğun yönetim kurulunda temsil olunan tüzelkişi ortağa ait olduğu yönündedir.

Anonim şirketlerin yönetim kurullarında pay sahibi tüzelkişiyi temsilen görev yapanlar, öncelikle yönetim kurulu üyesi olduğu anonim şirketin hak ve menfaatlerini gözetmekle yükümlü olmakla birlikte, aynı zamanda temsil ettikleri tüzelkişinin hak ve menfaatlerini de kolladıkları, hatta birçok halde o tüzelkişinin direktifleri doğrultusunda hareket ettikleri de bir gerçektir. Özellikle birden fazla grubun ortaklığında veya yabancı sermayeli şirketlerde, bu durum daha açık olarak görülmektedir. Öte yandan, özellikle pay sahibi tüzelkişileri temsilen seçilenlerin o tüzelkişilerde genellikle ücretli olduğu da nazara alındığında, temsilci üyelerin kendi kişisel varlıklarına nazaran temsil ettikleri tüzelkişinin malvarlığının, sorumluluk açısından şirket alacaklıları ve diğer pay sahipleri için pek çok halde daha fazla güvence oluşturduğu rahatlıkla görülür. Kaldı ki, temsilci üyenin bulunduğu yönetim kurulunun hasar ve yararları üyeye değil, temsil olunan tüzelkişiye aittir. Örneğin şirkette sermayeyi yiyen zararının oluşması halinde sermayeyi tamamlayacak olan ve kâr olması halinde kâr payını alacak olan, temsilci üye değil, pay sahibi tüzelkişidir.

Konu vergi hukukunu, özellikle ‘kanuni temsilciler’in sorumluluğu konusunda ilgilendirmektedir. Vadesinde ödenmeyen ve borçlu tüzelkişilerin malvarlıklarından alınamayan vergi alacaklarının Vergi Usul Kanunu’nun 10. maddesine göre, diğer kamu alacaklarının ise ‘Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35. maddesine göre tüzelkişilerin kanuni temsilcilerinden (yönetim kurulu üyelerinden) tahsili söz konusu olabilmektedir. Yönetim kurulu üyesinin bir tüzelkişiyi temsilen görev yaptığı hallerde alacaklı kamu idarelerinin, yönetim kurulunda görev yapan üyeye mi, yoksa temsil olunan tüzelkişiye mi müracaat edeceği, mevzuatımızda açık değildir.

Yukarıda açıkladığımız görüşlerimiz ve hakkaniyet, ticaret hukukunda savunulan görüşler, bu konuda alacaklının, yönetim kurulunda temsilen görev yapan üyeye değil, bu üyenin temsil ettiği kuruma müracaat etmesi gerektiğini göstermektedir. Zaten, temsilen görev yapan üyenin temsil ettiği kurumda çalışıyor olması halinde, Borçlar Kanunu’nun ‘istihdam edenlerin mesuliyeti’ başlıklı 55. maddesi de bizi bu sonuca götürmektedir. Nitekim, Danıştay 11. Dairesi’nin E.1998/231. K.1998/2198 sayı ve 10.6.1998 tarihli “Bir anonim şirketin yönetim kuruluna, tüzelkişi ortağı temsilen katılan yönetim kurulu üyesi V.U.K. md. 10 uyarınca sorumlu tutulamaz. T.T.K. md. 312 dolayısıyla bu durumda sorumlu olması ve takibi gereken, yönetim kurulunda temsilcisi bulunan tüzelkişi ortaktır” şeklindeki kararı da yukarıda belirtilmiş olduğumuz görüşümüzü teyit etmektedir.”

Ancak uygulamada vergi idaresi, hep yönetim kurulunda temsilcisi bulunan tüzel kişiyi değil, temsilci olan kişiyi takip etme yolunu tercih etmiştir. YTK’nın bu konudaki aktardığımız yeni düzenlemeleri karşısında, vergi uygulamasındaki kanaatimizce yanlış olan bu uygulamada sona erecek ve vergi idaresi şirketin ödenmeyen kamu borçlarından ötürü, artık yönetim kuruluna seçilmiş tüzel kişiyi takip etmek durumunda olacaktır.

Bu noktada karşılaşılabilecek bir diğer sorun da, şirket ana sözleşmesine; “yönetim kuruluna aday olan tüzel kişi ile birlikte onun belirlediği ve onu temsil edecek kişinin de genel kurul da birlikte seçilip seçilemeyeceği” veya “tüzel kişinin seçim sırasında kendisini temsil edecek kişiyi de açıklamak zorunda olduğu ve üyelik süresince genel kurulun onayı olmadan bu kişiyi değiştiremeyeceği” yolunda bir hüküm konulup konulamayacağıdır. Madde Gerekçesinde bunun mümkün olmadığı açıklanmıştır. Ancak kanunda bunu yasaklayıcı hiçbir hüküm yer almamıştır. Bu nedenle, bir hukuk hükmü niteliğinde olmayan ve sadece yorum konusunda gerektiğinde başvurulabilecek bir metin olan gerekçeden hareketle[5] böyle bir yasak getirilemeyeceği kanaatindeyim[6].

IV. BELİRLİ PAYLARIN YÖNETİM KURULUNDA TEMSİLİ

YTK’nın 360. maddesinde; “esas sözleşmede öngörülmek şartı ile belirli pay gruplarına, özellik ve nitelikleriyle belirli bir grup oluşturan pay sahiplerine ve azlığa yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınabi”leceği hükmüne yer verilmiştir.

Belirli pay gruplarının yönetim kurulunda temsilini sağlamak üzere ETK’da kabul edilmiş bulunan “imtiyaz” müessesesi; yeni Kanunda da aktardığımız düzenlemede “belirli pay gruplarına” denilmek ve aynı maddenin 2. fıkrasında, “bu maddeye göre yönetim kurulunda temsil edilme hakkı tanınan paylar imtiyazlı sayılır” hükmüne yer verilmek suretiyle varlığını sürdürmüştür. Ancak (A) grubu ve/veya (B) grubu gibi belirli (imtiyazlı) payların dışında özellik ve nitelikleri ile belirli pay sahiplerine de bu konuda imtiyaz tanınabileceği kabul edilmiştir. Bu düzenlemeye göre örneğin, bir inşaat şirketinin ana sözleşmesinde yönetim kuruluna ilişkin düzenlemede, “yönetim kurulu üyelerinin ikisi (A) grubu pay sahipleri arasından veya (A) grubu pay sahipleri gösterdiği adaylar arasından seçilir” düzenlemesine yer verilebileceği gibi, “yönetim kurulu üyelerinden ikisi mimar veya mühendis pay sahipleri arasından seçilir veya onların gösterdiği mimar veya mühendis adaylar arasından seçilir” düzenlemesine de yer verilebilecektir. Bu grupların belirleyeceği adaylar veya bu sıfata sahip kişiler, haklı bir sebep olmadıkça genel kurul tarafından seçilmek zorundadır.

Yeni düzenlemede ayrıca “azlık”a da yönetim kurulunda temsil edilebilme hakkının ana sözleşme ile tanınabileceği hükme bağlanmıştır. Ancak burada azlık belirlemesinin, diğer pay sahiplerinden de ayrılmasını sağlayabilecek şekilde yapılmasındaki güçlük, kanaatimizce bu düzenlemenin yaşama aktarılmasına engel olacak boyutta bir sorun oluşturmaktadır. Burada akla gelebilecek yegâne çözüm, payların genel kurulda seri ve sıra numaraları ile işlem görmesidir. Bunun dışında kuruluşta azlık payı oluşturanların hisselerinin belli grup olarak belirlenmesi düşünülebilir ki bu da imtiyazlı pay grubu yaratmak anlamına gelir. Bu ise zaten yapılabileceği maddede belirtilen bir husustur. Zaten bu uygulama güçlüğüne madde gerekçesinde de, “azlığın iyi tanımlanamaması imtiyazların uygulanmasını güçleştirebilir” denilmek suretiyle işaret edilmiştir.

YTK md. 360’da ayrıca, bu madde uyarınca tanınabilecek temsil edilme hakkına istinaden yönetim kuruluna seçilebilecek ve görev yapabilecek kişi sayısına, halka açık anonim şirketler bakımından bir sınırlama getirilmiş ve üye tam sayısının yarısını aşamayacağı belirtilmiş, ancak sermaye piyasası hukukunun bağımsız yönetim kurulu üyelerine ilişkin düzenlemeler saklı tutulmuştur.

V. YÜKSEK ÖĞRENİM KOŞULU

YTK’nın 359/3. maddesinde, “Yönetim kurulu üyelerinin en az dörtte birinin yüksek öğrenim görmüş olması zorunludur. Tek üyeli yönetim kurulunda bu zorunluluk aranmaz.” hükmü yer almıştır.

Yönetim Kurulu üyelerinde yüksek öğretim koşulu aranmasının sebebi madde gerekçesinde[7]; “Yönetim kurulu üyelerinin yarısı ile tüzel kişi adına tescil ve ilân edilecek kişinin yüksek öğrenim görmüş olması şartı getirilmiştir. Bu suretle yönetim kurulunun nicelik yönünden düzeyi yükseltilmiş ve profesyonel üyelerin seçimine zemin hazırlanarak kurumsal yönetim ilkeleriyle uyum sağlanmıştır” şeklinde açıklanmıştır.

Yukarıya aktardığımız gerekçeden de anlaşılacağı üzere Tasarıda yönetim kurulu üyelerinin yarısı için aranan bu koşul, Adalet Komisyonunda “dörtte bir oranına” indirilmiştir. Adalet Komisyonunca yapılan bu değişikliği gerekçesi[8] ise; “Anadolu’da geleneksel aile şirketlerinin çoğunlukta olması, bunların ortaklarının ve yöneticilerinin de çoğunlukla yüksek öğrenim görmemiş olması ve bir girişimcinin kendi kurduğu şirketin yönetim kurulunda görev alamamasının Anayasanın çalışma ve teşebbüs hürriyetini düzenleyen maddesine aykırı olduğu” şeklinde açıklanmıştır. Bu gerekçe bence, Tasarı’nın gerekçesine nazaran daha gerçekçidir. Nitekim katıldığımız pek çok toplantıda tarafımıza yöneltilen sorulardan büyük bölümü, bu koşulla ilgili olmuştur. Özellikle pay sahiplerinin tamamının yüksek öğretim görmediği aile şirketlerinde, şirkette hiçbir sıfatı olmayan dışarıdan birisini yönetim kurulu üyesi olarak atamak, hatta ona ücret ödenmek istenmemektedir. Kanunun gerekçesinde ise, onları Kanun yoluyla buna zorlamayı haklı kılacak yeterli haklı sebebe rastlamak mümkün değildir.

Öte yandan bu koşulun Kanunda düzenleniş şekli de uygulamada sıkıntılara yol açacak şekildedir. Bu konuda karşılaşılabilecek ilk sorun, yönetim kurulu üye tam sayısının dörde kalansız bölünemediği hallerde bu koşulun nasıl uygulanacağıdır. Örneğin 3 veya 5 üyeli yönetim kurullarında, kaç üyenin yüksek öğretim görmüş olmasının aranacağını kanun düzenlememiştir. Böylesi önemli bir konunun kanunda belirtilmemiş olması, bence bir eksikliktir. Kanımca bu gibi hallerde, ETK’nın yönetim kurulu toplantı yeter sayısının hesabına ilişkin hükmünün yorumu konusunda Yargıtay ve doktrinin benimsediği ve bölünmede ortaya çıkan kesrin tama iblağ edilerek dikkate alınması gerektiği yolundaki görüş ve içtihat, yine uygulama alanı bulacaktır. Buna göre 3 üyeli yönetim kurulunda bir üyenin, 5 üyeli yönetim kurulunda ise 2 üyenin yüksek öğrenim görmüş olması gerekecektir[9].

Burada karşılaşılabilecek bir başka sorun da tüzel kişiyi temsilen sicile tescil edilecek kişi için de yüksek öğrenim görmüş olma koşulunun aranıp aranmayacağıdır. Kanun tüzel kişiyi temsilen sicile tescil edilecek kişi için yüksek öğrenim görmüş olma koşulunu, özel olarak aramamıştır. Bu konuda yönetim kurulunun yapısı belirleyici olacaktır. Örneğin bir gerçek kişi üyesi zaten yüksek öğrenim görmüş yönetim kuruluna atanacak tüzel kişi temsilcisi için bize göre bu koşul aranmayacaktır.

Bu koşulun tahakkuk edip etmediğinin kontrolü ise ticaret sicil memurluklarına düşmektedir. Bu denetimin tek yolu ise kuruluşta ana sözleşme tescil edilirken veya seçimli genel kurul kararı tescil edilirken, Ticaret Sicil Memurunun gerekli sayıda üye için üniversite diplomasının suretini aramaktır.

VI. VATANDAŞLIK VE YERLEŞİM YERİNE İLİŞKİN KOŞUL

YTK md. 359’da yönetim kuruluna seçilecek gerçek kişi veya tüzel kişi açısından her hangi bir vatandaşlık koşulu öngörülmemiştir. Ancak anılan maddenin 1. fıkrasının 2. cümlesinde, temsile yetkili yönetim kurulu üyelerinden en az birinin Türk vatandaşı olması ve yerleşim yerinin Türkiye’de bulunması koşulu getirilmiştir. Madde gerekçesinde bu düzenlemenin gerekçesi; “. Temsile yetkili üyelerden en az birinin Türkiye’de yerleşim yerinin bulunmasının ve Türk vatandaşı olması şartının sebebi; işlem kolaylığını sağlamak, hukukî ve cezaî sorumluluğa ilişkin hükümlere uygulanabilirlik kazandırmak ve şirketin, pay sahiplerinin ve alacaklıların menfaatlerini korumak” şeklinde açıklanmıştır. Cümlede “ve” bağlacının kullanılması dolayısıyla hem vatandaşlık hem yerleşim yeri koşulunun aynı temsilci üyede karşılanması gerekmektedir.

Anonim şirketin yönetim kurulu üyelerinden birinin bu koşulu karşılaması yeterlidir. Bir kişiden oluşan yönetim kurullarında ise, bu koşulların bu bir kişide bulunması gerekecektir. Bir üyede bu koşullar karşılandıktan sonra diğer üyelerin yabancı olması ve /veya yerleşim yerlerinin Türkiye dışında bulunması mümkündür.

Yönetim kurulunun bir üyeden oluşması ve bu bir üyenin tüzel kişi olması halinde ise bu koşulların, yönetim kurulu üyesi olması dolayısıyla tüzel kişinin kendisinde, ancak bu tüzel kişinin yönetim kurulunda bir gerçek kişi ile temsil olunacak olması dolayısıyla da bu gerçek kişide, yani her ikisinde de aranması gerekecektir.

VII. GEÇİŞ DÜZENLEMELERİ

YTK, 1.7.2012 tarihinde yürürlüğe girecektir. Geçis süreci ve anonim şirketlerin YTK’ya uyarlanmasına ilişkin düzenlemeler, 6103 sayılı Türk Ticaret Kanununun Yürürlüğü Ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun da yer almıştır.

Anonim şirketlere ana sözleşmelerini YTK’nın yayımından itibaren 18 ay içinde yeni TTK ile uyumlu hale getirme yükümlülüğü getirilmiştir. Bu uyum yapılmadığı takdirde, yeni TTK hükümleri, ana sözleşme hükümlerinin yerine re’sen geçecek ve ana sözleşme hükmüymüşçesine uygulanacaktır (6103 sayılı Kanun md. 22/1).

YTK’nın yürürlüğe girdiği tarihte görevde bulunan anonim şirket yönetim kurulu üyeleri görevlerine, istifa veya YTK’nın 363/2. maddesinde yazılı ve yukarıda aktardığımız hallerin gerçekleşmesi sebebiyle boşalma hali hariç, süreleri sonuna kadar görevlerine devam edeceklerdir. İstifa veya boşalma olması halinde ise boşalan üyeliğin, yönetim kurulunun toplantı yeter sayısını yitirmemiş olması koşulu ile yönetim kurulunca yapılacak atama ile doldurulması mümkündür. Ancak yapılacak bu atamada, 359. maddede yazılı yukarıda aktardığımız koşulların dikkate alınması gerekecektir. Bu şekilde yönetim kurulunca yapılan atamanın ilk genel kurulun onayına sunulması gerekmektedir. Onaylama halinde atanan üye selefinin süresini tamamlayacaktır (YTK md.363/1).

Yönetim kurulunda bir tüzel kişiyi temsilen seçilerek görev yapan üyelerin ise, Kanunun yürürlüğe girişinden itibaren üç ay içinde istifa etmeleri gerekmektedir. Bu kişilerin yerlerine tüzel kişi veya başkaları seçilecektir (6103 sayılı Kanun md. 25). Burada da boşalan üyeliğin, yönetim kurulunun toplantı yeter sayısını yitirmemiş olması koşulu ile yönetim kurulunca yapılacak atama ile doldurulması mümkündür. Tüzel kişiyi temsil eden kişinin istifası ile boşalacak üyeliğe yapılan atamalarda, YTK düzenlemelerinin dikkate alınması gerekecektir. Bu şekilde yönetim kurulunca yapılan atamanın da ilk genel kurulun onayına sunulması gerekmektedir. Onaylama halinde atanan üye selefinin süresini tamamlayacaktır (YTK md.363/1).

Bu düzenlemelerden hareketle ortakları arasında yüksek öğretim mezunu bulunmayan ve dışarıdan bir yönetim kurulu üyesi atamak istemeyen anonim şirketlere, Kanunun yürürlük tarihine yakın bir tarihte yönetim kurulunu istifa ettirerek veya genel kurulda azlederek, üç yıllık süre için yeniden yönetim kurulu seçmeleri önerilebilir. Eğer şirket ana sözleşmesi üç yıl için seçime elverişli değilse, ana sözleşme değişikliği yapmak da gerekebilecektir. Bu durumdaki şirketler için kesin çözüm ise TTK yürürlüğe girdikten sonra mevcut yönetim kurulunun görev süresi bitmeden ana sözleşmelerini değiştirmeleri ve yönetim kurulu üye sayısını “bir”e indirmeleri ile sağlanabilecektir.

VIII. SONUÇ

Yeni Türk Ticaret Kanunu, eskisine nazaran çok farklı değer ve ilkelere dayalı olarak, anonim şirketleri adeta yeniden yapılandırmıştır. Yönetim kurulunun dokunulmaz görev alanı kanunda çizilerek, genel kurul karşısında güçlendirilmiştir. Bu ölçüde görev ve sorumlulukları da artmıştır. Kurulun, toplantı nisabı nispeten hafifletilmiş, üyelerin daha kolay karar almaları sağlanmıştır. Bütün bu gelişmelerin ışığında, oluşum da yeniden düzenlenmiştir.

Kuruldaki asgari üye sayısı bire indirilmiş, birden fazla üyeli yönetim kurullarında yüksek öğretim görmüş üye bulundurma koşulu getirilmiş, tüzel kişilerin yönetim kurulunda doğrudan yer almaları sağlanmış, yönetim kurulunda temsil edilmeye yönelik imtiyaz kavramı oldukça genişletilmiştir. Ancak bütün bu düzenlemeler irdelendiğinde, uygulamada yazımızda aktardığımız çeşitli sorunlara yol açacak gibi görünmektedir. Bütün bu düzenlemelerin, belki yeniden ve geniş katılımla tartışılması gerekmektedir.

“Yeniden ve geniş katılımla tartışılması gerekir” şeklindeki görüşümüz, Kanunun yasalaşma sürecinde yeterince tartışılmadığı anlamında değildir. Ancak bu süreçte yapılan tartışmalar, maalesef akademik düzeyde kalmış, bu tartışmaya, Kanundan asıl etkilenecek aktörler (şirketler, esnaf, tüccar, bunların meslek odaları) yeterince dahil edilmemiştir. Bu aktörlere Kanun, sadece beklentiler ile itibariyle anlatılmış, detaylara inilmemiştir. Kanunun yürürlük tarihi yaklaştıkça aktörler, düzenlemeleri daha fazla irdelemeye başlamışlar, Kanun hükümlerini kendi üzerlerinde test ettikçe de itirazlar ve/veya bazı sıkıntıları görür hale gelmişlerdir. Belki bu aktörlerin görüşleri de daha fazla nazara alınarak, ileride yaşanması olası sıkıntıların, daha Kanun yürürlüğe girmeden giderilmesinde hiç şüphesiz yarar vardır.

Yeni Türk Ticaret Kanununun ticari yaşama diktiği elbise şıktır, güzeldir, moderndir. Ama bunlardan daha önemli olan, bu elbisenin ticari yaşamın üzerinde nasıl duracağıdır.



[1]. Aynı yönde bkz. Ünal TEKİNALP, Yeni Anonim ve Limited Ortaklıklar Hukuku ile Tek Kişi Ortaklığının Esasları, 2. Bası, İstanbul 2011, sf:117

[2] . Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, 10. Baskıdan Tıpkı Basım, Ankara 2009, sf: 1264

[3]. Madde gerekçeleri için bkz. Bumin DOĞRUSÖZ – Öznur ONAT – Funda TUNÇEL TÖRALP., Gerekçe, Karşılaştırmalı Maddeler, Komisyon raporları ile Türk Ticaret Kanunu, cilt :1, TOBB yayını, Ankara 2011, sh:470 vd.

[4]. Aynı yönde bkz. Abuzer KENDİGELEN, Yeni Ticaret Kanunu – Değişiklikler, Yenilikler ve İlk Tespitler, İstanbul 2011, sf:218

[5]. Gerekçenin anlam ve değeri konusunda bkz. Bumin DOĞRUSÖZ, “Yasaların Yorumunda Gerekçenin Yeri”, Dünya Gazetesi, 28.9.2006

[6]. Aksi görüş için bkz. Soner ALTAŞ, Yeni Türk Ticaret Kanununa Göre Anonim Şirketler, Ankara 2011, sf:143

[7]. Bumin DOĞRUSÖZ – Öznur ONAT – Funda TUNÇEL TÖRALP., Age. Sf:473

[8] . Bumin DOĞRUSÖZ – Öznur ONAT –Funda TUNÇEL TÖRALP., Age. Sf:471

[9]. Aynı yönde bkz. Soner ALTAŞ, Age, sf:144